
Would I give up the women and nights out for another year at United? Would that make me happy? Would that make me the person I am today? I’m not so sure.
Dwight Yorke dobra dobra konuşmuş. Sergen üslubunun tam tersi açıklamalar yapmış.
The scoreboard doesn't lie, but it rarely tells the whole truth.






A Facebook entry: Haldun Üstünel şüphesiz Galatasaray' ın son senelerdeki en büyük transferidir. Rivayet odur ki eski bir yazıttaki şu sözler de zaten geleceğe işaret etmektedir; "O gün geldiğinde uzun saçlı koruyucu başa geçecek ve gökyüzünden yıldız yağacak; mor renkli bir kasırga tüm dünyayı etkisi altına alacak ve tüm tarlalar bahçeler tarumar olacak.”
Emre Belözoğlu’nun annemi küfretmişliği vardır. Yanımda 1000'den fazla arkadaşım olmasına rağmen tel örgüleri aşamamıştık Ali Sami Yen’de o gün. Hâlbuki ona hitaben yapılan “katil” tezahüratlarına katılmamış, tartışmıştım tribünle. Newcastle formasıyla Kadıköy’e geldiğinde her şeye rağmen gururlanmıştım. Yanlış anlaşılmasın, Allah biliyor hiç sevmiyordum adamı, Fenerbahçe’ye gelmesini de hiç istememiş, çubuklu formayı giymesine hiçbir zaman alışamam zannetmiştim. Gel gör ki, hakemle bıkmadan uğraşan, mütemadiyen çirkefleşebilen, sinirlerine hâkim olamayan, hastalıklı bir nefret figürü haline gelen Emre, aynı zamanda; her şeyini sahada verme çabasından dolayı devamlı kendini zorlama sakatlıkları yaşayan, son nefesine kadar mücadele eden, takım arkadaşlarını motive eden, Roberto Carlos’a bile hatasından dolayı çıkışan, yenilmekten nefret eden asi bir ruh, taraftarınca sevilesi çok olası bir adammış. Fenerbahçe’nin, mücadeleci ve savaşan bir takım olma çabasında önderliği üstleniyor. Birçok Fenerbahçeli engel olmaya çalışsa da kendine, takıma verdiği ruhtan dolayı her geçen gün daha çok seviyor Emre’yi.
Türkiye’nin aksine güzel oyununun güzel oynandığı ve futbolundan zevk alamamanın zor olduğu coğrafyalardan biridir İspanya. Öylesine hızlı, öylesine istekli ve aynı zamanda o kadar soğukkanlı ve zekice oynandı ki Real Madrid – Villareal karşılaşması, gözümü ekrandan alamadım. Eğer bir seçim yapmam gerekseydi, futbolu kolayca sekse tercih edebileceğim zamanlardan biriydi.
Real’in “2nd Galacticos” devri kadrosu her geçen gün vites arttırıyor. Kaka, Ronaldo ve Higuan gibi yıldızların olağanüstü yetenekleri heyecan ve azimleriyle birleşince bir futbol resitali ortaya çıktı Pazar akşamı. Maçın büyük bir bölümünde kenarda ısınan Raul, genç bir oyuncunun oyuna girme heyecanını yansıtıyordu nasıl oluyorsa. Futbol hayatlarının sonuna gelmiş Pires ve Senna’nın mücadeleleri şaşırtırken zevk veriyordu. Süper Ligimizde frikik gollerine hasret kalmışken Ronaldo ve Senna’nın frikik gollerini canlı izleyebilmek çok değerliydi. İlk yarım saati 2-1 geçilen karşılaşma, daha sonra 3-1, 3-2 ve 6-2 oldu. Maç 3-1 devam ederken, 4. gol için saldıran Real Madrid’in Ronaldo’nun ayağından kaçırdığı mutlak golün dönüşünde, Villareal’in Pires-Nilmar ve Ruben‘in örgü gibi devam eden ve televizyon başındakilerin bile takip etmekte zorlandığı pas alışverişiyle 6 pasa kadar gelip gol bulmaları maçın seyrini değiştirebilirdi, ama olmadı. Orta sahada topu kaptırdıktan sonra, kaçınılmaz sonu hissetmiş gibi var gücüyle geriye koşan Senna’nın gelen golü yarım metre geride kaldığı için engelleyememesine ve yıkılmasına şahit olmak üzücüydü. Real’in gole doymak bilmez hırsının şova dönüşmesini ve son dakikalara kadar Villareal’in oyundan her şeye rağmen kopmaması izlemek ise büyük keyifti.
Bütün maç boyunca yenik durumda olan Villareal’in oyununu dikkatle izlemeye çalıştım, herhangi bir kupada 3 büyüklerimizden biriyle eşleşse, medya tarafından tur şansımız %51 olarak görülürdü hemen. Real Madrid’e 6-2 yenilen, istikrarlı, mücadeleci, her saniye pas yapan, teknik kapasitesi yüksek bu takım karşısında bana sorarsanız şansımız çok çok az olurdu.
Futboldan soğumamak ve keyif almaya devam etmek için Türkiye’de, Fenerbahçe-Bursa maçı gibi istisnalar dışında, izlemekten zevk alacağımız karşılaşmalar yok ne yazık ki. Anadolu takımlarının zevk veren mücadelelerinin Lig TV etkisiyle bu boyutlara ulaştığı artık o kadar aşikar ki, bir maçlık ağzımıza çalınan baldan öteye geçip futbolumuzun geleceğine dair ümit vermiyor kimseye.
FB-Bursa karşılaşması öncesinde üst kalite bir maç çıkacağını tahmin etmiş, Fenerbahçe’nin galip geleceğini ümit etmiştim; tahminlerim doğru, beklentilerim ise boş çıktı. Fenerbahçe maça tamamen konsantre olmuş ve inanmış şekilde sahaya çıkıp, Alex’in usta ayağıyla öne geçti. Vederson’un ortaya dönüşen şutuna Santos’un klas topuk dokunuşuyla farkı ikiye çıkardığındaysa, maçı kazanmak için sadece 5 dk.’ya ihtiyacı kalmıştı. Santos gol sevincinde biraz daha az dans etmiş ve konsantrasyonunu kaybetmemiş olsa, belki yenilen golde 1m daha önde olabilir, “En tehlikeli zaman gol attıktan sonraki ilk dakikalardır” kuralının Bursaspor gibi pes etmeyen bir takım karşısında normal olarak tasdiklenmesine seyirci olmamızı engelleyebilirdi. Özer Hurmacı’nın sakatlığı ve Bursa’nın futbolun cilvesiyle bulduğu beraberlik golü kırılma noktaları oldu. Yenilen son gol ise şoktaki bir takımın acemice, galibiyet için topyekun saldırmasının cezasıydı.
Oyuna Güiza’yla başlamak Daum’un karakteristik bir özelliğini tekrar ortaya koydu. Senelerdir izlediğimiz Alman teknik adamın kötü performans gösteren oyuncuyu bir sonraki maçta kestiği görülmemiştir. Bir güven göstergesi kendince, saygı duymak ama uygulamamak lazım.
Fenerbahçe şampiyonluk için yeterli futbolu oynuyor ama Daum’lu ilk senedeki gibi yeni takım olmanın zorluklarını yaşıyorlar. Christian, Santos, Mehmet Topuz, Bilica, Özer Hurmacı ve hatta Emre Belözoğlu bu takımın ilk 11’indeki yeni oyuncular. Takımın yarısından fazlası değişince, güzel futbol yakalanabilmesine rağmen galibiyet elde edecek tecrübeye sahip olunamıyor çoğu zaman. Ama heyecan ve mücadelenin üst düzeyde olduğu, bol pozisyonlu maçlar izleyebiliyoruz. Şampiyonluk adayım, ligin en iyi futbolunu oynamasına rağmen 3 haftada kaybettiği 7 puana inat, Fenerbahçe.


Dün akşam BJK - GS maçından önce Man City - Liverpool maçı vardı. Reklam panolarında da yeni İngiliz milli takımı formasının ön sipariş reklamları.
Süper ligimizin süper derbisinde ise Mutlu Akü reklamları vardı.
Birçok şeye çeki düzen vermemiz lazım. Pazarlamamızdan, pazarlanacak ürüne kadar Türk futbolu harcanan paranın hakkını vermekten çok uzakta.
Geçici başarılarla, magazinsel kavgalarla, sahadaki mücadeleden memnun yorumcularla olduğumuz yerde bile sayamıyoruz.

Heyecanla beklemek parayla değil ya, bu maçı da heyecanla bekliyorum. Türkiye’nin en iyi kadrosu ile Türkiye’nin en istikrarlı kadrosu karşı karşıya geliyor. Geçen sene çok içten Sivas galibiyeti beklemiştim Kadıköy’de, belliydi çünkü Fenerbahçe'nin şampiyonluğa gidemeyeceği. Ama bu sene güzel bir maç sonunda, iyi oyunla rağmen 2 haftadır gelemeyen galibiyeti istiyorum Fenerbahçe’den.
.jpg)
Atletico Madrid ve Beşiktaş karşısında izlediğim Galatasaray beklentilerin çok uzağında. Altın eldiven edasıyla getirilen vasat Leo Franco’nun Madrid’de yediği gol içler acısıydı. Kaleye gelen top Juninho ve ya Ronaldo’nun efsane vuruş teknikleriyle çıkarcıkları bir şut olmadığı müddetçe, kapattığı köşeden gol yiyen hiçbir kaleciye katlanamam. Madrid’de maç boyunca tek bir organize atağı olmayan Galatasaray, Atletico savunmasının kronikleşmiş savunma hatalarından biriyle beraberliği kurtardı. Maç 1-0 bitse herkes memnun olacaktı halbuki, gazeteler “iyi ki daha fazla fark olmadı” kokan köşe yazılarıyla dolacaktı. Arada bir kulağıma çalınan “Türkiye” sesleri ve Simao’nun direkten auta giden şutu haricinde maçta hoşuma giden hiçbir şey olmadı. El Jezire Sport+2’den izlediğim için, maç zevkinin içine eden Arap spikerde cabasıydı.
Beşiktaş-Galatasaray maçını izlerken maçın özetinden sıkılmama değil, gelen bir eleştiriye takıldım. Heyecanla beklediğimiz maç özetini izleyen Cezayirliler, maçı, golleri gördükten sonra, “komedi” diye nitelendirdiler. Aslında fazla bir şey beklememek de gerekiyor. Sonuçta bu ligin son 2 haftasında şuana kadar oynanan 15 maçta 26 gol atılmış. Alt barajını 2’ye çeksek bile ÜST olmuyor ligimiz karşılaşmaları.
Beşiktaş zaten hiç beklentilerim olmayan, belki Türkiye Lig tarihinde eşi görülmemiş üzere ne Galatasaray ne de Fenerbahçe’nin ilk 3’e girebildiği bir sezonda aldıkları geçen seneki şampiyonlukla yetinmeleri gerekecek yıllarca. Son seçim sonuçlarını düşününce “kendi düşen ağlamaz”’dan başka bir şey söylemek gereksiz.
Galatasaray’ın sakatlıklardan doğan sorunlarını, “sonuçta sahaya 11 kişi çıkılıyor” diye abartılı Polyannacılıklarla geçiştirmek anlamsız, ama Arda’yı forvet oynatmak daha da yazık bir hareket. Belki biraz Ajax mantığıyla yaklaşmasını beklerdik Hollandalıdan. Hani şu yıldız takımlarında bile A takımındaki taktiğiyle oynayan, as kadroda bir mevkide oynayacak o mevkiinin adamı sakatlık ve ceza gibi çeşitli nedenlerden dolayı kalmadıysa, o eksiği A takımındaki rotasyonla değil, paf takımından A takıma çıkarılan o mevkiinin adamıyla dolduran mantık. Gerçi bizi biraz olsun Hollandalılaştıracağına ümit bağladığımız Rijkaard’ın gün geçtikçe Türkleştiğini fark etmemek için zorluyorum kendimi bu aralar.
Bu arada Rijkaard’a Galatasaraylılar ne kadar sitem etse haklarıdır. Genç bir yıldız alındı takıma, ümit vaat ediyor, ama ne Madrid ne İnönü deplasmanlarında denedi O’nu Hollandalı hoca. Giovanni Dos Santos’u sahada görmek istiyor artık taraftarlar!






Teknik direktörün, takıma olan katkısı konuşulmuştur hep. Futbol çok denklemli bir oyun ve bu denklemler somut olarak kağıda dökülemiyor. Belki de bu yüzden bu kadar çok seviyoruz futbolu, belirsizliği, anlaşılmazlığı.







Geçtiğimiz günlerde medyada, Türk Bankacılık Sistemine mevduat sınırlaması getirilmesinin hükümentin gündeminde olduğu ile ilgili haberler yer almıştı. Bu haberlere göre herhangi bir banka, bankacılık sisteminde bulunan toplam mevduatın %10'undan fazlasını toplayamayacak, böylece olası bir krizde bankaların batması durumunda, temerküzün bir miktar önüne geçilmiş olacaktı. Bankalar Birliği Başkanı ve Türkiye İş Bankası A.Ş.'nin Genel Müdürü Ersin Özince, bu düzenleme ile ilgili hükümetten kendilerine herhangi bir bildirim olmadığını ifade ederek düzenlemenin bankalara zarar vereceğinin, ülkemizde ki bankacılık sisteminin henüz gelişmekte olduğunu ve yeterince derin olmadığını belirtti ve uygulanmasının yanlış olacağına dair görüş belirtti. Bu açıklamanın ardından Başbakan Yardımcı Babacan böyle bir düzenlemenin düşünülmediğini açıklayarak, zaten bu durumun gerçekleşeceğine çok prim vermeyen bankacılık sektörünün "güya" rahatlamış oldu.


Nefret ediyorum, nasıl bu kadar övüldüğünü anlayamıyorum Tolunay Kafkas'ın. Her maçı alt biten bir takımın futbolu nasıl beğenilir. Bir de bu takımın santraforunun gol krallığı yarışında lider olduğunu bilmezler gibi, gol sorunu var diye birazcık eleştiriyorlar. Kardeşim biri anlatsın şu aşırı Anadolu takımı sever arkadaşlara, sorun gol sorunu değil, gol atmaya çalışan takımda olur gol sorunu, yememeye çalışanda ki mantalite sorunudur. Mantalite sorunu olan da başarılı olamaz. Beşiktaş'ın geçen seneki şampiyonluğu abuk bir istisnadır.

“50 bin taraftarın baskısı altında kalmadım, bak tak diye attım Mehmet Topuz’u”
Psikolojik bir gerçek vardır. Eğer bir şeyi yapmamayı kafaya taktıysanız, yapmak istediğiniz şeyi de yapamazsınız. “Seyirciden etkilenmemeliyim” saplantısı bazen asıl amaç olan adil yönetimden uzaklaştırıyor hakemleri.
Umalım Mehmet Topuz’un 2 maçlık cezası sağduyulu bir organdan dönsün. Gerçi bu ülkede kafanı keserim işareti yaptı diye, adam öldürmeyi tasarlama ve tehdit suçlarından 3 maç ceza alan bir Emre gördük, 55bin seyirci önünde “senin belanı s.kerm” diyerek adamın üstüne yürüyenler ceza almazken. Neden, çünkü öldürmek suç, tecavüzden zevk de alınabilir mi?
Televizyonda gözüken her şey adilce cezalandırılsın ve adaletsiz kartlardan görüntüler sayesinde dönülsün, tek ve basit isteğim budur.

Yapmayı beceremediğimiz şeyler vardır, benim için affetmek bunlardan biri. Bir arkadaşımın, sevgilimin ya da takımımın futbolcusunun benim için affedilmez bir hata yapması çok olasıdır ne yazık ki, çünkü çoğu hatayı affetmem, affedemem, hep aklımda kalır. Gurur falan duymuyorum ama böyle işte. Genelde Türk İnsanı da böyledir biraz. Affetmemek hoşumuza gider(bknz. Başlık)
Takımımın formasını sinirle yere atan adamı, ben üzülürken eğlenen topçumu, Galatasaray’ı yenmemizi salakça engelleyen Erol Bulut’u, aşırı ahlaksızlık yapıp kendini rezil edeni sonsuza kadar affetmem. Varsın başka takımda oynasın, O’nun getireceği başarıları isteyemem.
İsterdim affedici olmayı, ama olamıyorum. Doğrusunu İngiltere’de yapmış adamlar işte, her hatanın insanlar için olduğunu çok iyi kavramışlar. John Terry, tahmin ettiğim üzere sadece Milli Takım kaptanlığından oldu, arkadaşının kız arkadaşı aynı zamanda karısının da arkadaşı olan kadını hamile bıraktığı skandalı ortaya çıktıktan sonra.
Özeniyorum vallaha. Tabi John Terry bu rahatlıkla Abramovic’in sevgilisini (bknz. resim: daria zhukova) falan becerirse ilerde çok gülerim, rahatlarım; o ayrı.


