30 Haziran 2009 Salı

2009 Şampiyonlar Ligi Finali


Bir dahaki sene final Madrid'de. Bir Real Madrid-Barcelona finali UEFA için kaymaklı kadayıf olur her halde. Tüm zamanların en fazla izlenen maçı bile olabilir böyle bir final.

Nihat'tan faydalanmak



Nihat, şu an aktif futbol hayatı devam edenler içerisinde istatistiksel olarak ve kendini ispatlama anlamında en iyi Türk forvet. 18 yaşında profesyonel sözleşme imzaladığı Beşiktaş'ta genelde 3-5-2'nin sağ kanadında görev yapmasına rağmen 122 maçta 30 gol atma başarısı gösterdi. 23 yaşında iken 2002-2003 ara transfer döneminde Toshack tarafından 12.5m euro bedelle Sociedad'a transfer oldu.


Yarım sezonu adaptasyon dönemi ile geçtikten sonra 2003-2004 sezonunda Sociedad, Fransız Raynald Denoueix yönetiminde keyif veren bir futbol ile 2 puan farkla R.Madrid arkasından 2. olduğu sezon Nihat da Kovacevic ile birlikte yıldızlaşıp 23 gol atıyordu. La Liga gibi Avrupa'nın en prestijli liglerinden birisinde, Ronaldo gibi kimileri tarafından Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük santrforu olarak nitelendirilen birisiyle gol krallığında 2.liği paylaşıyordu. Ertesi 2 sezon da 10 gol barajını aşan Nihat Sociedad kariyerinde toplam 145 maçta 59 gol atarak ciddi bir oran tutturuyordu. Bu başarı da kendisini La Liga'da bir üst seviye olarak nitelendirebileceğimiz Villarreal'e Bosman kuralı sayesinde bedava gitmesini sağladı.


Villarreal'de ilk sezonunda sakatlıklarla boğuşan Nihat sadece 9 maçta forma giyebildi ve bu maçlarda golle buluşamadı. Ertesi sezon ise Nihat'ın tekrar çıkış yaptığı sezon oldu ve 34 maçta 24 gol atarak tekrar sesini duyurdu. Geçtiğimiz sezon ise Nihat tekrarlayan diz sakatlığı sebebiyle az forma şansı buldu ve gol kaydedemedi.

Nihat'ın kariyerine göz attıktan sonra gelelim ana konumuza; Nihat'tan faydalanmak. Nihat'ın sağ kanat oyuncusundan üst düzey forvet oyuncusuna geçiş dönemine baktığımız zaman Sociedad'da Kovacevic'le "little large" lakaplı bir ikili oluşturduklarını görüyoruz. Gerçekten de Kovacevic uzun boyuyla ve hava toplarındanki etkisiyle, Nihat da hızı ve son vuruşlardaki etkisiyle geleneksel bir forvet ikilisi oluşturdular. Villareal'de ise ilk sezonlarda Forlan ile iyi bir ikili oluşturan Nihat daha sonra İtalya'nın yükselen yıldızı Guiseppe Rossi ile iyi bir ikili oluşturdu. Dönem dönem taktiksel gereksinimler dışında Nihat İspanya kariyeri boyunca çift forvet oynayarak başarıya ulaştı. Kendisinin tek forvet oynadığı zaman etkisiz olduğunu ve rakip defans içerisinde kaybolduğunu da unutmamak gerek. EURO 2008 başında Mourinho tarzı 4-3-3'ü deneyerek ileri uca Nihat'ı koyan Fatih Terim, Nihat'tan yararlanamamış ve hatasından hızlıca dönerek Semih'i ilk 11'e Nihat'ın yanına adapte ederek yarı finale yürüyüşü gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Nihat'ı 4,5m euro gibi bir bonservisle transfer etmiş olan Beşiktaş'ın Nihat'tan faydalanabilmesi, onun partneri olarak kimi belirleyeceği ve nasıl bir taktikle oynayacaklarına bakar. Geçen sene 4-3-3 oynayan ve ilerideki 3lü hücumcuyu önde santrfor, sağda solda iki kanat-forvet oyuncularından (Tello, S.Özkan, Holosko...) kurarak oynayan Beşiktaş, aynı taktikle Nihat'tan büyük ölçüde yararlanamayacaktır. İleride santrfor olarak değerlendirmek isterlerse Nihat defans arasında kaybolacak, kanatlarda oynarsa yeterli etkiyi gösteremeyecektir. Bana göre Nobre ile çok iyi bir ikili oluşturabilirler, Nobre'nin mücadele gücü ve hava toplarındaki etkisi sayesinde. Böyle oynamak için ise ortasahayı biraz boşlamaları gerekebilir aynı zamanda kanatlı oynamak isterlerse. FB analizi yazımda Daum'un eski FB'de oynattığı taktik gibi bir taktikle, yani forvetten bozma kanat oyuncularıyla kurulu bir 4-4-2 ile (yani 4-2-4 gibi) oynarsa BJK (ileri ikili Nobre-Nihat, sağda Holosko solda Tello) Türkiye Süper Ligi'nin tozunu attırır, fakat Avrupa'da tabiri caizse "5lik" olur.

Beşiktaş'ın Nihat ile ilgili kısmını burada noktalıyorum, geri kalan analizi bir sonraki yazım olacak "BJK analizi"ne bırakıyorum..

28 Haziran 2009 Pazar

Terminator 4: Salvation

Blogumuzda şu ana kadar belki sadece spor yazdık, ama blogu oluştururkenki amacımız yazar sayısını arttırarak konu çeşitliliğini de arttırmaktı. Yazar sayımızı yavaş yavaş arttırıyoruz, bu arkadaşlarımızın da yazılarını heyecanla beklemekle birlikte konu çeşitliliğini arttırmak adına ben de Terminator hakkında bir parça birşeyler yazmak istedim.

Herşeyden önce Terminator 4'ü Terminator fanatikleri olarak 1 ve 2 beklentisi ile izlememek gerek. 3'te de 1 ve 2'deki mantık vardı daha kötü bir Terminator filmi olmasına rağmen ama ilk 3 filmdeki konsept aynıydı; gelecekten bir robot John Connor'ı öldürmeye geliyor, gelecekten gelen başka bir robot (tansiyonu yüksek tutmak için korumaya gelen daha eski bir model oluyor) ise Connor'u korumaya çalışıyor. 3 film de aslında kovalamaca üzerine kurulu ve özellikle ilk 2 filmde gerilim çok yüksekti. 4. film ise biraz daha klasik tarzda bir aksiyon filmi görüntüsü içeriyor. Senaryo itibariyle çok güçlü olmamasına rağmen ve belli aksiyon filmi klişeleri içeriyor olmasına rağmen aksiyon sahnelerinin izleyici çok büyük ölçüde tatmin ettiğini düşünüyorum. Özellikle filmin başındaki helikopter sahnesini izledikten sonra "ben helikopterden düşmedim" demem bundan sonra, o derece güzel çekilmiş bir sahneydi. Marcus çok önemli bir karakterdi. Öneminin anlaşılması için film öncesinde 2 sezon süren ve 2. ve 3. film arasını anlatan Sarah Connor Chronicles'ın izlenilmesi gerekiyor.


Çocukluğu Terminator ile ve T800 oyuncakları için canını vermeye hazır bir şekilde geçen 3 arkadaş gittik filme T4 Salvation'ın vizyona girdiği ilk gün, mesai saati bitimi koşa koşa girdik sinema salonuna. Film esnasında 2 defa ağzımız kulaklarımızda birbirimize baktığımız sahneler oldu, büyülenmiş ve şaşırmış bir şekilde. 1.si film başındaki theme çalmaya başladığı zamandı, 2.si ise filmin sonlarına doğru çıkan sürprizdi! Film sonrası arkaplanda theme çalıp yazılar akarken filmi ve önceki filmlerle bağlantısını tartışırken bir süre sonra etrafımıza baktığımızda salonda önümüzdekiler dışında kimsenin kalmadığını fark ettik. 4-5 sıra önümüzde ise bizim gibi 4 kişi kendilerini dünyadan soyutlamış bir şekilde tartışıyorlardı. İşte o an 25 yaşını devirmiş ve iş hayatına girmiş insanlar olarak dışarıdan nasıl göründüğümüzü fark ettik ve deliler gibi gülmeye başladık. Anlaşılan 60 yaşına gelsek de içimizdeki geek'lik şu anki tazeliğiyle kalacak, hiçbir yere gitmeyecek..

Son olarak, nostalji...

23 Haziran 2009 Salı

İlahi Rafa!!!


Şu Rafael Benitez'i anlamak zor. Geldiğinden beri öyle yanlış transfer hamleleri yaptı ki. Liverpool'un harcama gücü Chelsea, Manchester kadar da değil. Geçen sene gerçekleşen Robbie Keane fiyaskosundan sonra 17 milyon Pound Glen Johnson'a ödüyor. Chelsea'de tutunamamış bir sağ bek için. O pozisyonda Alvaro Arbeloa varken. Torres ve Gerrard sakatlanınca takım ne yapacağını şaşırırken transferdeki tek atımlık kurşunu da bu adam için kullanmaya anlam veremiyorum. Manchester United kan kaybetmiş ve bu sene 18 senelik bekleyişi bitirmek için büyük bir fırsat yakalanmışken.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Cam Adam GS'da


Beşiktaş, Gökhan Zan'ın 1+1 yıllık sözleşmesinin 1 yıllık opsiyonunu uzatmadığı için Gökhan, Bosman kanununa göre boşa çıktı ve GS ile anlaştı. GS bu transferde çok hızlı reaksiyon gösterdi. Gökhan Zan'ın boşa çıkacağı haberleri daha dün basına yansımışken 1 gün içerisinde GS ile sözleşme imzalamasının tek açıklaması GS'ın transfer komitesinin başarısıdır. Haldun Üstünel'in başını çektiği bu komite 2 senedir başarılı transferlere imza atıyor. Baros'u, Kewell'ı, De Sanctis'i ve en son "Haldun Üstünel'le kurduğum samimi ilişki buraya gelmemde etkili oldu" diyen Rijkaard'ın GS'a katılması büyük başarılardır diye düşünüyorum.

Bazı GS taraftarları bu transferden hoşnut olmayacaklardır, fakat Servet de 2 sene önce GS'a geldiğinde insanlarda benzer görüşler yok muydu? "GS FB'nin artıklarını niye topluyor, bir Shevchenko hadisesi de biz görmek istemiyoruz GS taraftarı olarak, bu kazma adam GS'a yakışmıyor" gibilerinden düşünceler sesli olarak medyada ve GS taraftarları arasında yer bulmuştu. Servet, daha kesinlik kazanmamasına karşın kulübünün kasasına 8m euro sokan bir futbolcu olacak. Gökhan Zan'ın yaşı 28, yani futbolda özellikle bir stoper için oynayacağı en verimli çağına giriyor. Önünde üst düzeyde oynayabileceği 4 senesi var. Eğer sakatlık fobisini atlatıp, GS ortamına alışırsa GS çok büyük bir iş yaparak bedavaya getirdiği bu futbolcudan da Servet örneğindeki gibi 2 sene sonra iyi para kazanabilir. Sakatlık fobisi ciddi bir sorun, BJK'de iken Gökhan'ın sakat olduğu için oynamıyor haberlerini takiben doktorların yaptığı "Hiçbir sakatlığı yok, Gökhan psikolojik olarak kendini sakat zannediyor" açıklamalarını unutmamak gerek.


Bu arada rakip forvetlere bir uyarı; Cam Adam'ı fazla kızdırmayın, Hulk'a dönüşme potansiyeli yüksek..

19 Haziran 2009 Cuma

Barış Özbek

Her futbolcunun bir takım içerisinde rolü vardır aslında. Kimisi hızlıdır kanatta, önüne top atılır; kimisi oyunu yönlendiriyordur, toplar onda buluşturulur; kimisi çabuk ve gol yollarında etkilidir, defansın arkasına sarkıtılır; kimisi hava toplarında etkilidir, kanattan yapılan ortalar onun kafasına hedeflenir; kimisi de top kapmada beceriklidir, onlar da ortasahada çok koşarlar ve kaptıkları topu en yakınındaki futbolcuya vermekle yükümlüdürler. Aynen Gattuso gibi.. Topu kaptıktan sonra gözleri ilk etapta Pirlo'yu arar. Pirlo o esnada boş değilse Gattuso biraz bocalar ama pas verecek birini bulur etrafında. Tekniği o kadar zayıftır ki zaman zaman 2m yanındaki futbolcunun ayağına pas veremez, ama kaybettiği topa tekrar canla başla saldırır geri alabilmek için.

Gattuso'yu Azzuri ve Milan'da defalarca izledik, görevi kaptığı topları en yakınındaki futbolcuya vermek. Hiçbir zaman da görevinden fazlasını yapmaya çalışmadı, ama görevini de layıkıyla yaptı. Toptan başka birşey göremiyordu, bu uğurda ne tekmelere kafa soktu..

Barış'tan da ,geleceğin Gattuso'su olabileceği için söylüyorum, tek beklentim budur. Her ortasahanın Barış gibi çok koşan, "ısıran", rakibi bozan, oynatmayan adamlara ihtiyacı var, ama yapmaya çalıştıkları bundan öteye gittiğinde ise takımı zarar verdiğinin farkına varmalı. Kimse Barış'tan 30m'den gol beklemiyor, ya da 3 kişinin arasından gollük pas vermesini beklemiyor, çünkü o kapasite onda yok. Gattuso'nun şu ana kadar ne 30m'den golünü gördüm, ne 3 kişi arasından attığı pasları gördüm, ne de oyun kurucu rolüne üstlendiğini gördüm. Barış'tan da tek isteğim kendine Gattuso'yu örnek alması.

Ama herşeyiyle değil..

2009-2010 Fenerbahçe (2)

Bugün Rıdvan Dilmen Milliyet'te bir özet geçmiş. Link aşağıda:

http://www.milliyet.com.tr/Spor/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=6&ArticleID=1108277&Date=19.06.2009&b=Fenerde%20isik%20var


Benim de burada http://ramstore2002.blogspot.com/2009/06/2009-2010-fenerbahce.html bahsettiğim gibi FB'nin 2 kulvarda da başarıya gidebilmesi için çift forvetli ve arkalarında Alex'li sistemi oynayabilecek 4-3-1-2 veya benzeri bir sistemi oturtmaları gerekiyor. Alex konusunda genel eleştiri istatistikleri çok daha iyi olsa bile Hagi'ye kıyasla daha forvetvari bir futbolcu olduğu, ortasahada oyunu yönlendirme konusunda takıma katkı yapamadığı ve bu sebeple takım üzerinde özellikle büyük maçlarda yük oluşturduğu şeklinde. Zico döneminde Alex'in özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında nasıl bir profil çizdiğini hatırlayın. Dönem dönem insanlar "Alex önlibero gibi oynuyor" yorumları yapıyorlardı. Ortasahaya gelerek oyunu yönlendiriyordu ve özellikle takım çift forvete döndüğünde bu rolü üstleniyordu. Benzer bir rolü 4-3-1-2 sisteminde de üstlenebilir. İstatistikleri kesinlikle düşecektir kaleden uzaklaşacağı için, fakat takım oyununa katkısı artacaktır. Bu sistemin bana göre 2 tane darboğazı var; birincisi ortasaha üçlüsünün 2000 GS'ında olduğu gibi çok koşan ve oyunu iki türlü oynayan oyunculardan kurulu olması zorunluluğu (Okan-Suat-Emre). Gerektiğinde kanada yaklaşmak, gerektiğinde de bekin ileri çıkabilmesi göbeğe yanaşıp bek-ortasaha iç ve forvet arkası oyun kurucu üçgeninde iyi paslaşma yapabilmesi gerekir burada oynayan futbolcuların. FB'de ortasaha iç oynayabilecek Emre ve Özer mevcut. Önliberoda ise Selçuk ve Deniz var, kurtulamadıkları Josico ve Maldonado da mevcut. Basında geçen Poulsen transferi gerçeği yansıtıyorsa FB'de başarılı olacaktır, fakat verilen paraya değer mi tarafı tartışılır. Bu sistemin bir diğer darboğazı ise beklerin çok kaliteli olması gerekliliği. Savunma yönünde sıkıntıları olmaması gerekirken aynı zamanda maç içerisinde devamlı çizgi boyunca hücuma katılmaları gerekmekte sistem tipik ortasaha kanat futbolcusu barındırmadığı için. Roberto Carlos'un geleceği belli değil ama yaşı olmasına rağmen Roberto Carlos ve Gökhan Gönül bu tanıma uyan futbolcular. Bu sistemin FB için bir dezavantajı ise 9m euro bonservisle getirdikleri Mehmet Topuz'dan bek oynatmak dışında klasik anlamda yararlanamayacakları. Forvet arkasında FB'yi taşıyabilecek bir oyuncu değil, keza Alex var. Klasik bir forvet oyuncusu zaten değil. Ortasaha 3lüsünden biri de olamaz, o tip bir futbolcu değil. Milli Takım'da da dönem dönem oynadığı bek pozisyonundan başka bir yerde başarılı olması zor gibi gözüküyor. FB için bir diğer dezavantaj da mevcutta çok fazla kanat oyuncusu olması ve bu taktikle bu adamları (Colin Kazım, Gökhan Emreciksin, Uğur Boral, Burak Yılmaz vb) kullanamayacak olması. Zaten takım da revizyona gitmiyor muydu, alın size bu adamlardan kurtulmak için bahane??

Son söz olarak FB'nin nasıl bir sistemle oynayacağı hazırlık maçlarında şekillenmiş olacaktır. Bekleyip göreceğiz.. Önümüzdeki günlerde de diğer takımların geçen sezon oynadıkları ve önümüzdeki sezon oynamaları muhtemel sistemlerini inceleyeceğim.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Aristokrasi tebaaya karıştı


Bir an önce Türkiye'nin burnundan en kıl aldırmayan ailesinin bir ferdi rakip basketbolcuları dövmek üzere sahaya giren yarı çıplak adamların arasına karıştı. Senin görevin mi onları durdurmak Ali Koç?

Maç sonuna gelince, Fenerbahçeliler'in muhtelif zamanlarda hortlayan bir sendromu var. Mağlubiyeti hiç akıllarına getirmedikleri için mağlubiyet halinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Hakemi, merdiven boşluklarını, medyayı, federasyonu kimi bulurlarsa onu bahane ediyorlar. Halbuki bu sene kaybedersin, bir dahaki sene kazanırsın, geçen iki sene kazanmışsın, bugün rakip senden üstün oynamış ki bunu basketboldan hiç çakmayan adam bile anlar, nedir bu öfke? Küfür ediyosun normal de 10bin kişiyi arkana alıp senin iki katın adamlara sahaya girip saldırmak niye?

Yetenek havuzu

Nokta transfer tabiri var birkaç senedir kullanılan. Takımın en acil gereksinimlerine direkt cevap verecek belli bir pozisyonu tam anlamıyla dolduracak oyuncular için kullanılıyor. Bu tabiri Glatasaray'ın bu sene yapacağı olası transferler için kullanabiliriz. Yedek kulübesinin ciddi bir güçlenmeye ihtiyacı olmasına rağmen maddi güç kısıtlılığı yüzünden bize 2-3 transfer yeter söylemine inanılıyor. Halbuki Baros, Kewell ve Arda'yı yedekleyecek oyunculara ihtiyaç var. Geçen sene takımın fizik gücü ve dayanıklılığı çok yüksek olmadığı için maç sonlarında hep çok zorlandı Galatasaray. Bu sene de durum çok farklı olmayacak ve bu adamların üstüne çok yük binecek.

Gelelim başlığımız icabı bu yazının asıl temasına. Fenerbahçe pokerde çok çipi olan bir oyuncu gibi her elde sonuna kadar potu artırıyor. Yaptıkları transferleri hangi pozisyonda kullanacaklar, eskileri elden çıkarıp yer açacaklar mı belli değil. Bir takım için birbirine benzer kalitede bir sürü oyuncunun varlığı çoğu zaman zararlıdır. Şansı kime tanıyacağına ve kime sabır göstereceğine karar vermek gerekir, aksi taktirde kötü oyunlar sonrası sürekli bir rotasyona girilir.

Fenerbahçe görünen o ki yetenekli diye nitelendirilen oyuncuları toplayıp aralarından bazılarının gerçekten takımı taşıyabilecek seviyeye çıkmasını bekleyecek. Örneğin Özer Hurmacı'ya verilen 4.2 milyon Euro'nun çok bir açıklaması yok. Özer'in gerçekten takımı sürükleyebilecek bir oyuncu olduğundan emin olduklarını pek sanmam.

Daum'un pek rotasyona giden bir teknik direktör olmadığı için iyi bir sezon başlangıcı sonrasında kadro şekillenir. Yine de sezon başlamadan temizliğe gidilmeli. Düşünülürse sağ kanatta oynayabilecek Mehmet Topuz, Colin Kazım, Özer Hurmacı, Burak Yılmaz, Ali Bilgin, vs. gib bir sürü adam var. Son ikisi tamam oynamayacak ama onları kadroda görmek bile insanın tepesini artırır.

16 Haziran 2009 Salı

Rekabet yoksa NBA yalan

Bir NBA sezonu daha geçti. Unutulmaz bir sezon oldu, çok büyük rekabetler yaşandı demek mümkün değil. Ben kendimi bildim bileli NBA'de 2-3 sene üst üste playoffta karşı karşıya gelen, dönemlerin istikrarlı biçimde en iyi takımı olup ta bugün bile hatırlanan rekabetler doğurmuş takımlar olurdu. 1990ların başında Detroit-Chicago, Chicago-New York, 90ların sonuna doğru Chicago-Utah, New York-Miami, 2000lerin başında Lakers-Sacramento, sonra 2000lerin ortasına doğru San Antonio-Dallas-Phoenix üçlüsünün rekabeti.

Playofftaki eşleşmeleri hatırlıyorum da Boston-Chicago serisinden başka böyle bir rekabetin tohumlarını atacak bir seri olmadı. Onlarınki de sürmez çünkü Chicago yolun başında, Boston sonunda olan bir takım. NBA bir Kobe-Lebron savaşının başlamasını bekliyordu, Cleveland'ın cephanesinde sade tabancalarla kırık dökük G3lerin olduğu anlaşıldı.

Bu yaz ve öteki yaz çok hareketli geçecek, görülmemiş bir kontratı biten oyuncular topluluğu olacak. Yenilenen kadrolar umarım bu rekabetleri doğurur da bu seneki gibi yavan seriler izlemeyiz.

2009-2010 Fenerbahçe

FB yeni sezona yine transferlerle girecek gibi gözüküyor. İlk sinyallerini olaylı Mehmet Topuz ve Özer Hurmacı transferleriyle gerçekleştirdiler. Poulsen ve Sercan Yıldırım'ın sırada olduğu haberleri var medyada. Çok uzun ve detaylı analizler yapılabilir FB hakkında. Yapılan transferler ve takıma yapabilecekleri katkılar hakkında kısa yorumlar yapacağım, fakat bunlar yeterli olmayacak, çünkü FB'nin kendi içerisinde kulüp olarak çok farklı dinamikleri var. Takım içerisinde Brezilya ekibi, altyapıdan A takıma oyuncu çıkaramama sorunsalı, başkanın takıma ve teknik direktöre müdahaleleri vb her biri birer tartışma konusu olan yeri geldiğinde dezavantaj, yeri geldiğinde avantaj olan öğeler mevcut. Ben daha çok Topuz ve Özer transferleri hakkında yazarak yeni sezon FB analizi yapacağım.

Mehmet Topuz fiziği itibariyle çok özel bir futbolcu. Çabuk, güçlü, uzaktan şutlarıyla etkili. Bunlar çok önemli özellikler, fakat bence şu ana kadar ispatlayamadığı bir özelliği varsa o da takım oyununa ne kadar adapte olabileceğidir. Kayserispor'da Gökhan'lı veya Gökhan'sız oynadığı dönemlerde ortasaha forvet arasında serbest oynayarak bir nebze takımdan bağımsız futbol oynadı. Fatih Terim'in milli takımında fazla şans bulamadı, dolayısıyla takım oyununa ne kadar adapte olabileceğini orada göremedik. Bu durumda bir avantajı da Daum gibi takım oyununu, futbolcuların bireysel yeteneklerini kullanarak oynatan bir teknik direktör altında çalışacak olması. Tuncay'ın dramatik yükselişindeki katkının Daum ve onun futbol felsefesi olduğunu düşünüyorum. Bu aynı zamanda Tuncay için bir dezavantaj da oldu, bu yine farklı bir yazı konusu.. Daum'un FB'de oynattığı kanatlı, direkt hücumu düşünen, baskı kurmaya dayalı futbolunda Mehmet Topuz'un kanatta başarılı olacağını düşünüyorum. FB Türkiye standartlarında çok ciddi para vermiştir Topuz'a, fakat ben Topuz'un başarılı olacağını düşünüyorum eğer taraftarı ve camiayı arkasına alabilirse.

Özer Hurmacı ise oyunun iki yönünü de oynayabilen modern bir ortasaha futbolcusu olarak izlemeyi özlediğimiz futbolcu profiline uyuyor, fakat daha potansiyelini doldurduğundan emin değilim. Ankaraspor'da forvet arkası oynayarak hücumları yönlendiriyordu, aynı zamanda takım savunmasına da katkı yapıyordu. Mehmet Topuz'a nazaran takım oyununa daha yatkın bir futbolcu, fakat Daum'un geçmiş FB macerasındaki taktik ve anlayışını baz alırsak Özer'i nerede değerlendireceği konusunda emin değilim. FB'nin Daum önderliğinde kanatlı bir futbol oynayacağı aşikar. Özer'in kanatlı oynayan bir takımda ancak klasik 4-4-2'de göbekteki iki ortasahadan biri olarak iş yapabileceğini düşünüyorum, fakat bu taktikle de FB'deki klasik Alex problemi baş gösterecek. Eğer 4-4-2'yi evirip Alex'i kullanmak adına 4-4-1-1 gibi bir taktikteki forvet arkasında kullanacaksa o zaman da geçen sezon yaşanan Semih mi Guiza mı tercihi problemi yaşanacak ve geçen seneden çok da farklı bir takım görüntüsü çıkmayacak ortaya. Bir diğer alternatif de Daum'un FB'de zamanında oynattığı, benzer taktiği Gerets döneminde GS'ın oynadığı tek önliberolu, kanatlı, bol hücumculu, baskılı direkt taktiği olacaktır. Hatırlarsanız FB Daum yönetiminde dönem dönem ileride Nobre - Van Hooijdonk, arkalarında Alex, sağda Serhat solda Tuncay ve tek önlibero her tarafa koşan asker Aurelio gibi bir dizilişle oynuyordu. İleride kurduğu baskıyla Türkiye standartlarında kalitesi düşük takımların kendi sahalarından çıkmalarını engelleyerek sonuca ulaşabiliyordu, fakat Avrupa'da hezimetler üst üste geliyordu.

Yazıyı özetlersek Topuz ve Özer'in FB'ye ne ölçüde fayda sağlayacakları kulübe adaptasyon seviyeleri dışında Daum'un sistemine göre değişecektir. Daum yukarıda yazdığım eski sistemiyle oynatacak olursa FB'yi, Topuz kanatlarda başarılı olur, Özer'in ise kanatta etkili olması zor, göbekte Aurelio'nun boşluğunu doldurması ise imkansız. Bu taktikle Türkiye'de ligi en azından sonuna kadar zorlar, fakat Avrupa'da başarılı olamaz. Eğer kanatsız oynayarak yerden, ortasahayı kullanıp takım oyunu oynatmaya kalkarsa (4-3-1-2 gibi) Özer göbekte iyi işler yapacaktır, fakat o taktikte Topuz'u nerede oynatabilir meçhul. Klasik bir ortasaha oyuncusu değil çünkü Topuz.. Daum'un FB'yi nasıl bir taktikle oynatacağında Aykut'tan ne derece yararlanacağı da etkili olacaktır, çünkü Aykut Kocaman direkt futboldan ziyade biraz daha Hollanda ekolünden etkilenmişçesine mümkün olduğunca bol pas ve ayağa oynayarak sonuca gitmeye çalışan bir teknik direktör.

Şimdiden şöyle oynatırsa böyle olur, böyle oynatırsa şöyle olur gibi medyumculuğun da çok anlamı yok aslında. Bir başka gerçek de FB'nin resmi kaynaklardan Aragones'le yolların ayrıldığı, yeni sezonda Daum ile çalışacaklarını resmi kaynaklardan hala duyurmamış olmaları. Aziz Yıldırım gibi inatçı bir adam Daum'u başa getirecektir, ama oldu da Daum yeni sezonda FB'nin başında olmazsa bu yazıya ayırdığım vakite üzüleceğim.


Tevez Beşiktaş'a?!?!



Özellikle de sezon bitişi ve yeni sezon başlangıcı dönemlerinde patlayan bu bombalara çok gülüyorum. Günlük takip etmeye çalıştığım sitelerden olan Goal.com'da okuduğum bir haber sonrası (link: http://www.goal.com/en/news/9/england/2009/06/15/1325257/manchester-city-to-offer-carlos-tevez-140000-a-week-report) senelerdir transfer balonlarını patlatmayı pek bir seven Sabah tarafından Beşiktaş için patlatılan Tevez bombası geldi aklıma.

http://www.sabah.com.tr/Spor/2009/6/6/tevez_besiktasa

Bu gazetelerde çalışanlar ya futbol piyasasından anlamıyorlar, ya da umut tacirliği yaparak para kazanmaya çalışıyorlar. Ben çoğunun temel futbol ekonomisi hakkında bile bilgileri olmadığını düşünüyorum. En basitinden 3 büyüklerin yaptığı bir transfer sonrası büyük! yorumcularımızın ekranlarda yaptıkları maliyet hesaplarını şaşarak izliyorum. Guiza'yı getiren FB, Mallorca'ya €14m ödemişti, futbolcuya da yıllık €4m'dan toplam €16m ödeyecek diyerek toplam maliyeti €30m gibi hesaplıyordu saygıdeğer yorumcularımız. Guiza'nın iyi bir futbolcu olduğunu, fakat FB'nin Guiza'nın bonservisini ileride kendisini satarak karşılayamayacağını düşünüyorum. Buna rağmen futbol duayenlerinin! €30m olarak hesapladıkları maliyete sahip Guiza, Dünya Şampiyonu milli takımın yedek de olsa her maçta kadroya giren bir futbolcusu olarak 2 sene sonra €20m'ya satıldığı zaman da Aziz Yıldırım'ı yere göğe sığdıramayacaklardır. Bu performansla Guiza €5m'dan daha fazlasına satılamaz belki ama Guiza geldiği zaman bu kadar kötü performans göstereceğini de kimse bilemezdi..

Sonuç olarak tekrar dönelim Tevez'e. Goal.com, Man City'nin Tevez'in sahip olduğu menajerlik şirketine £25,5m (yazıyla yirmibeş buçuk bilyon pound) bonservis, oyuncuya ise haftalık £140,000 (yani yıllık £6,7m, €8m denk geliyor) teklif etmeyi planladığından bahsediyor. Bunun gibi Türk takımlarının finanse etmesi imkansız futbolculardan birçoğu yıllardır Türkiye'ye getiriliyor ulu medyamız tarafından. GS'ın Man Utd'ı 3-3 ve 0-0 ile elediği sezon arasında da Schmeichel ve Cantona geleceklerdi Florya'ya. O dönemlerden beri bu tarz fantastik transfer haberleri yapıyor medyamız sağolsun. Bu gibi gazeteler de o kadar iyi biliyorlar ki bu tarz haberler, gazeteyi bayiide gören vatandaşın ilgisini çekiyor ve tirajını arttırıyor.

Birisi bana umut tacirliği nedir diye sorduğu zaman bunu anlatacağım..

15 Haziran 2009 Pazartesi

Anakonda

"Skibbe inanılmaz yumuşak bir teknik adamdı. Onunla başarılı olmamız mümkün değildi. Takımda söz geçiremediği birkaç futbolcunun sözünü dinler, onlardan taktik tavsiyesi alırdı. Disiplin nedir bilmeyen bir hocaydı Skibbe."

Nonda 3 senedir Türkiye’de galiba, ama siyahi oyuncuların Türkiye’ye ne kadar çabuk alıştığının bir sinyalidir bu açıklama. İnsan yönetmek için sert biri olmak şart mıdır? Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır diyerek atalarımız yanlış bir söylemde mi bulunmuşlardır? Evet fazla yumuşak başlıydı Herr Skibbe, fakat: Takımın başındaki 2.ayını doldurmuş bir antrenörün yardımcılarını sebepsiz yere kovan yönetim Skibbe’nin, futbolcuların gözündeki değerini düşürmemiş midir? Üstelik geçen senenin teknik direktörünü (bkz. Feldkamp) takımın başına “danışman” sıfatıyla getirerek Skibbe’nin otorite potansiyelini dibe çekmemişler midir? Buna rağmen Skibbe futbolculara kendini sevdirebilmiştir ve bunu kendi teknik taktik becerileriyle birleştirerek GS’a son yıllarda izlediğimiz en güzel futbolu oynatmıştır. Lincoln şımarıktır, takımda ikilik yaratmıştır, sevilmemiştir, ama Lincoln kariyerinin en verimli futbolunu Skibbe altında oynamıştır. Baros da Skibbe altında çok başarılı olmuştur, attığı gollerin çoğunun asisti Lincoln’dendir. Benfica, H.Berlin, Olympiakos, Hamburg maçlarındaki futbolla bütün GSliler “yoksa UEFA kupası tekrar mı gelecek Türkiye’ye” diye heyecanlanmadık mı? Lig maçlarında özellikle Ankara takımlarıyla oynadığımız dönemde takımın oynadığı futboldan keyif almadık mı? Genç ve A takım tecrübesi az teknik direktörü takımın başına getiriyorsun, fakat bu yetenekli adama güvenmiyorsun. Evet, Skibbe’de otorite eksikliği vardı gerçekten de, ama buna zemin oluşturan faktör de kesinlikle yönetimdir. Skibbe, yönetimi arkasında hissetseydi kendine güvenirdi. Kendine güvensizliği yüzünden ilk yarı boyunca sakatlıklara rağmen iyi futbol oynadığımız 4-2-3-1 sistemini bırakıp ikinci yarıda dönem dönem çift forvetle, Bordeaux maçındaki gibi de 3-5-2 oynatmazdı takımı. Bunlar kafa karışıklığının ve kendine güvensizliğin işaretleridir..

Herşeye rağmen ben Türkiye’nin bir yetenekli antrenörü daha harcadığını düşünüyorum. Zamanında bu ülkeden Hiddink geçmişti, Löw geçmişti… Liste uzar, bu isimlerin de şu an nerede oldukları, ne başarılar yakaladıkları belli. 5 sene içerisinde Skibbe’yi Alman Milli Takımı başında görürseniz de kesinlikle şaşırmayın.

13 Haziran 2009 Cumartesi

Şirinlik muskası


NBA TV'de NBA Live programına denk geldim. 4. maçın kilit anlarına bakıyoruz zırvaları. Her halde Hidayet'i güzel bir övecekler diye bekliyorum. Başladılar Dwight'ı anlatmaya, dominant bir performansla NBA finallerinin blok rekorunu kırmış ama onun kaçırdığı serbest atışla Lakers mucizevi bir geri dönüş başlatmış. Sonra tüm highlightlar Dwight'ın blokları, smaçları, faul atışları. O görüntülerin sonunda Dwight Celtic efsanesi Bill Russell ile muhabbet etmiş, onun görüntüleri. Hidayet'ten bir cümle ile bile bahsedilmemiş.

Sonra düşündüm, Orlando şampiyonluğunda Hidayet ağzıyla kuş tutsa bile MVP'yi ona vermezler. O fiziğiyle bile sayı yapma şansı ancak Hidayet'in ona hareketliyken pas vermesine veya alacağı hücum ribauntlarına bağlı Dwight Howard olurdu MVP. Dwight süper çocuk çünkü, Süpermen kıyafeti giyip smaç şampiyonu da oldu, hep gülüyor suratı, o tam bir yıldız, pazarlama ikonu.

Bireyselliğin Amerika kültüründe yeri büyük, kabul ediyorum. Yıldızlar üzerinden yapılan pazarlamanın son derece mantıklı olduğuna katılıyorum. Fakat yıldız denilen insan da bu kadar kof olmasın. Maçın en kritik anında bile etrafa gülücükler saçmasın. MJ, Lebron, Kobe hatta hiç sevmediğim Iverson gibi topu ısıracak gibi olsun. Başka türlü süper yıldız olma şansın yok çünkü. Acımasız olman, galibiyet için çirkin davranmayı göze alman lazım, ancak o zaman eksikliklerin üstesinden gelirsin.

Bakın Yunan basketbolculara, yerden bir karış yukarı zıplayamayan atletizm özürlü oyuncular Amerika'yı yenmişti 2006'da. Belki bir kere olacak böyle bir şey de, bir kere olması bile mümkün olmamalıydı.

Ronaldo replacement


Ronaldo gidecek mi gitmeyecek mi tartışmaları mı bitti en azından. Bonservis bedeli bir oyuncu için süper gibi gelebilir ama Manchester'daki paranın varlığı Ronaldo'nun yerine alacağı oyuncuyu da daha pahalıya getirecektir.

Üç senedir şampiyon olan ve iki Şampiyonlar Ligi finali oynayan bir takımın yeniden yapılanma için kredisi olur tabii. Bir seneyi de boş geçirsinler. Ferguson'un eski transfer stratejisini düşünürsek Manchester daha kendini kanıtlamamış bir adam alır her halde. Gazetelerdeki haberler Wigan'ın kanat oyuncusu Antonio Valencia'yı işaret ediyor.

Kim gelirse gelsin devasa bir boşluğu doldurmaya çalışacak. Bu arada Manchester'ın mavi tarafı vardı petrol paralarıyla ortalığı kasıp kavuracak. Bir Real Madrid çılgınlığı ve Ronaldo'nun yerine kim gelecek haberleri arasında kayboldular yine. Kahpe kader, zalim felek.

9 Haziran 2009 Salı

ilüzyon mu, gerçek mi???


Hidayet'in NBA finalinde Orlando'nun yıldızı olarak Kobe ile karşılaştırılması... Bloğunu duymayan yok zaten, görmeyenler aşağıdaki linkten izlesin..

http://vtunnel.com/index.php/1010110A/b22aeaa80482fa6de842833e42600dd8de67625a3ec9dc6d04dd5c5ef46e11108a5f58528b0fb3b117385

Topuz


Spor medyasına en kötü sebepten malzeme oldu Mehmet Topuz. Serhat Ulueren gibilerin eline düştü ve artık bu adamdan iflah olmaz. Her türlü tepkiyi kendisine çekti ve kenar mahalleden gelme bir sürü futbolcu gibi baskının altında ezilecek. Bu saaten sonra Fenerbahçe'ye gitse ne Fenerbahçe taraftarına yaranacak, ne de Beşiktaşlılara. Beşiktaş'a transferi olsa da uğrunda bu kadar çıngar çıkan bir adamdan olağanüstü işler beklenecek. Gittiği her yerde seyirci onunla uğraşacak ve düşüşünü görmekten zevk alınacak.

Sayısal Loto'yu tutturduktan sonra ailesi dağılan, birkaç sene içinde sıfırı tüketip sefil duruma düşen eğitimsiz insanlardan biri gibi Mehmet Topuz. Büyürken şaşaalı bir hayatı kaldırmaya hazırlanamayan topçuların sonu Adriano gibi oluyor işte. Mehmet Topuz'unki de yakındır.

Efsanevi göbekli libero


Tarih: 03/06/2009 - Çarşamba

Mekan: Hasbi Restaurant / Beşiktaş Balık Pazarı

Tanıklar: Çağrı Acarol, Deniz Ergin

detaylar daha sonra...

Uzun bir yolculuk..

Özellikle futbol bloglarını takip eden biri olarak çok uzun zamandır planladığım bir işti bu, bir blogda yazı yazmak. Önceleri acaba tek başıma bir blog mu açsam diye düşünüyordum. Ne üzerine yazacaktım, tabii ki büyük oranda futbol olacaktı, günlük hayattan aklıma gelenler, takılanlar, söylenmek isteyip de söylenemeyenler... Liste uzayıp gider tabii, ama bütün bu planları yaparken yapılması gereken ilk işi atlamıştım; bloga isim verip yazmaya başlamak. Birden çok yazarlı blogları (ör:Flying Dutchman) ve alican'ın sürekli yazdığı blogu takip ederken aklıma bir fikir geldi; 11 yaşında tanışıp kaynaşan ve hala aynı samimiyetle görüşen biz lise arkadaşları neden bir blog sahibi olup konu bağımsız aklımıza esen herşey üzerine yazmıyorduk? Bu fikir ortaya UEFA Kupası finali gecesi stada yürürken ortaya çıktı ve alican'ın kısa sürede blogu kurup ilk entry'i girmesiyle gerçekleşmiş oldu. Umuyorum ki blogumuzun ömrü, kuruluş hızının aksine uzun soluklu olur ve takip edenlere keyif verir..

7 Haziran 2009 Pazar

Büyük dostluk


Rijkaard dürüst ve cok açık bir insandır. Nettir. İnsanlara kucak açar. Sakın kimse onun iyi niyetini kullanmaya kalmasın, kaybeder...
Yalanı dolanı, köylü kurnazlığını hiç sevmez.
Herşeyi bıçak gibi keser atar.

Osman Tanburacı

Vay be, Rijkaard'ı Rijkaard'dan daha iyi tanıyan biri var spor basınında. Yıllardır süren bir dostlukları var her halde Osman Tanburacı ile de kimsenin haberi yokmuş.

Çalışanın Günlüğü vol.1 Kültür Şoku

Çiçeği burnunda, taze, toy, tecrübesiz, çekingen bir çalışan olarak ilk işimde ilk haftamı geçirdim.

Kültür şokunu pek yaşamam hatta onu yaratabilecek koşullar bana mutluluk verir. Orta okula kaydolmaya gittiğimde Koç Özel Lisesi'nin portatif tribünlü kum futbol sahasını görünce anneme dönüp 'Anne bak okulun içinde stadyum bile var,' demiştim. Çünkü o zamana kadar yaşadığım ilçenin stadının okulun sahasından farkı yoktu. En ağır kültür şokunu o zamaan yaşamıştım.

Yurt dışında bir yeri görmeye gittiğimde oranın çarşısı pazarı tarihi yerlerini görmekten önce insanların yaşayışı ve kültürü ile öğrendiğim şeyler bana mutluluk verir.

Öncelikle şunu söyleyeyim ki ofis atmosferinin hakim sohbet konuları hele hele sizden yaşça büyük insanlar çoksa çok farklı. Haftasonu kayınvalidemler geldi, balayına şuraya gitmiştik, ablam evleniyor, bizim oğlanın ikinci doğum günü bugün, hangi diyetisyene gidiyosun, evin taksitlerini ödememiz lazım. Yaş icabı bu muhabbetlere katılamıyorsun tabii, hayatının büyük bir zümreninkine benzer özellikler taşıyacağını anlıyorsun.

En kaçınılmaz şey ise partinin bittiğini fark etmek. Her şey yalan bu gerçek sözünün anlamını daha iyi kavramak. Yapacaklarının sonucunu iki kere düşünmek. Bu kaçınılmazların yanında çğle yemeğininden ayrı bir keyif almak, nasıl bir tip olduğunu hiç bilmediğin insanlarla sürekli telefonla konuşmanın garipliği, vs,vs.