11 Nisan 2010 Pazar

Roma şampiyonluğa doğru



Roma'yı severim, semaptik takımdır, bir tek falsoları 2001-2002 Şampiyonlar Ligi'nde Roma'daki olaylı Galatasaray maçında yaptıklarıdır. Orada da Lima, Capello ve Batistuta'nın pisliğini bütün kulübe mal etmeyelim.

Spalletti başa geçtikten beri güzel top oynarlardı. Bu sene Ranieri ile bu durum devam etti, sezona çok kötü başlayıp inanılmaz bir geri dönüşü başarmak üzereler. Bugün liderliğe yükseldiler. Bir dahaki hafta Lazio ile oynayacaklar. Kemik seslerinin duyulduğu, ses bombaların patladığı acayip bir maç olur. Umarım şampiyon olurlar.

Roma'nın sempatikliğinin bir sebebi de aşağıdaki resimdeki Rosella Sensi. İtalya'da babadan oğula geçen kulüp başkanlığı baba Sensi 2008'de ölünce bu sefer kızına geçti.
Bildiğimiz herhangi bir taraftar gibi etrafındakilere sarılarak kutluyor golleri. Futbol sahalarında görmeye alışık olmadığımız türden sahneler, elinin hamuruyla en erkek işe karışmış bir hanım. Devamını görmeyi dileriz.

Statüko


Son zamanlarda büyük maçlarla ilgili her türlü medya ortamında el birliğiyle yaratılan o havayı çok seviyorum. Muhteşem bir gösteri, uzun yıllar boyunca hatırlanacak goller ve enstantaneler beklentisi yaratılıyor. Real Madrid'in yaptığı transfer hamleleri ve geçen senenin 6-2si de akıllarda hep olunca bu seneki El Clasicolar büyük bir heyecanla beklendi. Aylar öncesinden biliniyordu bu maçın ne zaman oynanacağı, beraber maçı izleme planları yapılmıştı, klasiklerin arasına girecekti bu maçlar.

Bu beklentilerin yerine Messi'nin sadece 1 gol atabildiği sıradan! bir performansı, Xavi'nin akınlarını başlattığı goller, Casillas'ın umutsuz ve çaresiz bakışları, Laporta'nın protokol tribününde içinden "hahahaha yine yenemeyeceksiniz bizi ulan" deyip pis pis sırıtması, Florentino Perez'în ise "300 milyon Euro para harcadım, yine eziliyoruz, nerede benim sakinleştirici ilaçlarım" diye düşünmesi arta kaldı dün geceden. Son maçlardaki görüntü aynen devam etti yani.

Messi'nin göğsüyle alıp Albiol'ü ekarte ettiği yukarıdaki resim maçın özeti gibiydi. Albiol de Real Madrid gibi sendeledi sendeledi ve sonunda düştü.



Yıldız hamuru hiç olmayan, ara sıra herkesin burun kıvırdığı Pedro yine yazdı golünü, halen bir kısım insanın Messi'den iyi olduğunu iddia ettiği Ronaldo ise o iddialara son noktayı koydu. Kendini yere bıraktığı birkaç pozisyondaki pis yüz ifadesi de ekran başındaki herkesi bir daha gıcık etmeye yetti.

Sezon başındaki transferlerden sonra kimse ligin en önemli maçına Real Madrid'in böyle bir kadroyla çıkacağını düşünemezdi sezon başında. Orta sahada Gago, Marcelo, Van der Vaart ne ya. Formdalar falan hikaye, kime karşı formdaydılar diye düşünüp dünkü maçtaki performansı olağan bulmak lazım. Real'in kadrosu geçen seneki 6-2'nin kadrosunun kalitesinden çok farklı değildi. Tamam Xabi Alonso ile Ronaldo var ekstradan ama bu sene Avrupa'da yılın onbirine girmesi garanti Sneijder ve Robben eksildi o takımdan.

Onlar olsa farklı olurdu demiyorum, fakat Real Madrid'in düşünmesi lazım, Gago, Van der Vaart falan dururken sırf harcadığımız parayı biraz geri koyalım diye neden o adamlar gönderildi. Zaten şekerci dükkanına girmiş şımarık zengin çocuğu gibi parayı harcamışsın, koyver gitsin. Bu adamların Real Madrid'de geçmişi olmasa her halde sezon sonu onları almak isterdi Perez Real'e.

Guardian'da hafta içi çok güzel bir yorum okumuştum, İngilizlerin 7 sene sonra ilk kez Şampiyonlar Ligi yarı finalini görememesinin en büyük etkeni olarak Real Madrid'i gösteriyordu. Xabi-Ronaldo transferiyle İngilizler'i zayıflattılar, Robben ve Sneijder'i Inter ve Bayern'e gönderip o takımlara sınıf atlattılar, diyordu. Doğru söze ne hacet.

Son bir söz de maçı anlatan Ercan Taner Rıdvan Dilmen ikilisi hakkında diyeyim. Bu maç insanların heyecanla ekran karşısında geçtiği bir maç, sözde Ermeni soykırımının tartışıldığı bir açık oturum değil. Banttan yayınlanan, sonucunu bildikleri bir macı anlattılar sanki. Hiç Spormax'de maçları İngilizce dinlemişler midir, bilmem. İngilizce anlamasalar da bir dinlesinler.

Adamların sesinin nasıl yükselip alçaldığını, yaptığı vurguları, ara sıra keyif vermesi gereken bir şey seyrettikleri için verdikleri tepkileri dinlesinler. Spor yayıncılığı eskisinden çok daha iyi durumda, en azından gelişmeleri çok iyi takip eden bir kuşak yayıncı var NTV bünyesinde. Fakat maç anlatımları çok sıradan.

1 Nisan 2010 Perşembe

Siz Messi'yi alın bize Bendtner'i verin


Ne geceydi ama! Böyle bir ilk 10 dakika halı sahada olsa "Beyler takımlar çok dengesiz oldu" denip kadrolar değiştirilir, Barcelona'nın en iyisi ile Arsenal'in en çömezi yer değiştirirdi.

Maç 5-0 gibi skorla bitmeli ve işte, yemek arasında, okul kantinlerinde, kahve köşelerinde, berber dükkanlarında maçın skoru ve Barcelona'nın oyunu konuşulmalıydı. Barcelona en güzel oyununu da en güzel sahneye saklamıştı. Sanki İngiltere topraklarında Arsenal ile değil de Wolverhampton Wanderers ile oynuyorlardı.

Barcelona karşısındaki takımın teknik direktörü olmak kolay, ne yapacaksın ki onlara karşı, bahanen hazır, topu vermiyorlar ki! Oyunu rölantiye de almıyorlar, 2-3 tane attık diye geri de çekilmiyorlar.

Sonuçta kimsenin açıklayamadığı bir şekilde maç 2-2 bitti. Puyol ve Pique ikinci maçt cezalı ama Arsenal'de büyük ihtimalle stres kırığıyla sezonu kapatan Fabregas'ta cezalı olduğundan+Arshavin sakatlandığından yok.

Maç öncesi beraberlik bekliyordum da böyle bir şeyi ben de kimse gibi beklemiyordum. Barcelona'nın oyunundan dolayı ağzım açık kaldı.

30 Mart 2010 Salı

Kırılma noktası


Berbat bir maçtı. Bayern çok kötüydü, Manchester da eksik kalmadı. Sopcastin karşısına keyifle oturdum, görüntü süperdi, aynı anlarda büyük ihtimalle Ertem Şener Rooney'ye olan aşkını anlatıyor olmalıydı, ben ise Sky Sports'un güzel anlatımını dinliyordum.

Maç amatör kümede bile yenmeyecek bile frikik golüyle başladı ve bu maçın sanki bütün gazını kaçırdı.

Farkı yaratacak Robben yoktu, Schweinsteiger cezalıydı ve Bayern aynı Galatasaray gibi futbolu sürekli geriye ve öldürücü bir yavaşlıkla oynuyordu. Sol kanatta Ribery'ye veriyorlar, sonra onun herkesi geçip bir şeyler yapmasını bekliyorlardı. Uzun zaman sonra ilk 11 başlayan Hamit Bayvera ormanlarında 20 km kros yapıp maça çıkmış gibiydi ve ilk yarı çok bitikti.

İkinci yarı daha da berbat geçiyordu, Van Gaal lütfedip ilk değişikliği 70de Gomez'i sokarak yaptı. Sonra Gary Neville aptallığıyla topu elle kesti. Frikikten berbat bir gol yediler.

Sonra her şey son dakikada hem Manchester hem de İngiltere için feci gelişti. Önce Rooney fena sakatlandı sonra 5 saniye sonra Evra defansta saçmaladı ve araya giren Olic golü yaptı.

Rooney'in tarak kemiğinde kırık veya bileğinde ciddi bir sakatlık olabilir. Manchester'ın sezonu için tam bir kırılma noktası olur bu.

Bayern evinde maçı alırsa turu geçer demiştim, fakat savunmaları felaket, Rooneysiz Manchester bile onlara goller atar. Kritik olan soru Robben dönebilecek mi ve daha geniş alan bulacak olan Ribery-Robben-Olic beklediğim gibi sürate karşı afallayan Neville-Ferdinand-Vidic'i ne kadar rahatsız edebilecek?

28 Mart 2010 Pazar

Devrim bitti

"Rijkaard bir devrimdir," demişti Adnan Polat seçim öncesinde. Devrimin sonucu
5.liğin ertesi sezonu 4.lük oluyor. Seçimden 1 gün sonra yeni yönetimin meşruluğu tartışılmaya başlanmasa bile zihinlerde sorgulanacaktır. Bu sezonun en önemli maçı, hiç iddia olmasa da en önemli maçı olurdu. Tekrar hatırlatmaya gerek var mı? Bence sahada pek karakter sahibi olmayan Elano, Keita, Dos Santos gibilere var.

Kenarda otunu çekip de maça çıkmış gibi oturan büyük teknik direktör Rijkaard'a da bazı şeyleri hatırlatma gereğivar. Herhangi bir takımın futbolcularını al Galatasaray forması giydir, 4. bitirir ligi her halde. Maç boyunca kaç tane adamın duran topun başına gittiğini saysaydım keşke. Her seferinde başkası gidiyordu sıçmaya. Halı sahada olur böyle bir şey.

Galatasaray'ın Ali Sami Yen'de kazandığı geçmişteki maçlara bakalım. İlk 20 dakikada belli oluyordu Galatasaray'ın kazanacağı. Sahada oynayanların becerisi pek önemli olmuyordu, kazanıyorsa ite ite kazanıyordu.

Bugün o görüntü yoktu, çünkü orta saha her zamanki gibi bomboştu. Elano saklambaç oynuyordu. Bu sefer çıkması gerekirken ayakta duracak hali olmayan Arda da girdi mi, kaldı takım 9 kişi. Frank her seferinde yanlış kararı vermeye yeminliydi çünkü. Giovani Alex'in 90a takacağı bir topu atamayınca maçın kaderi çizildi.

Sonra Allah'ın sopası yok, Leo Franco'yu tutup kaleci diye alanların cezasını Selçuk kesti. 70 metreden vurulan topu afiyetle yedi Leo. Soyunma odasında Arjantin'e tek gidiş bileti verilmeliydi, ama tabii ki öyle bir kararlılık yönetimde kimsede yok.
Tribünlerde "ulan bir seferde biz böyle maç alalım" düşünceleri vardı, ama böyle bir maç Galatasaray'ın alın yazısında yok.

Galatasaray kendi ipini kendi çekti yine Fenerbahçe karşısında. Aynı herhangi GS forması giyen bir takımın ligi 4. bitirmesi gerektiği gibi FB forması giymiş herhangi 11 futbolcu da Galatasaray'ı yener, çünkü bu takımda her seferinde bir zayıf halka beklenecek şekilde kopuyor. Bugün Leo Franco'ydu zayıf halka, öbür gün Servet ıska geçer, başka gün Caner penaltı yapar.

Devrim mi ne olacak? Devrim ortadan kalktı, statüko devam ediyor.