31 Ocak 2010 Pazar

Those were the days


Fotoğraf bir zamanlar gerçek bir rekabetin yaşandığı eski Arsenal-Manchester United maçlarından. Arsenal Manchester United'ı kalite olarak geride bırakmış bir takımken, ilk önce gününde olduğunda herkesi yenebilecek fakat şampiyonluğa ulaşamayacak bir takım olmaya, sonra da en iyi gününde bile Manchester ile baş edemeyecek bir takım olmaya geriledi. Londra'nın zenginliği içinde 60.000 kişilik şahane bir stadda varlık içinde yokluk çektiren Wenger'i bir kez daha analım. Şu zor maçlar geçsin, Wigan'a falan 5 tane sallar da takım kendine gelir artık.

Bu arada Nani'yi de unutmayalım. Ronaldo'nun alem arkadaşı sıfatından kurtulma yolunda dev bir adım attı. Böyle giderse alem haberlerinin öznesi o olur.

Yeni kızımız


Al yanaklı Tuncay'ın Ali Bilgin'e devrettiği bayrağın yeni sahibi belli oldu. Turkcell Süper Lig'in yeni kızı Giovani Dos Santos hepimize hayırlı olsun.

Leo Franco


Leo Franco sen ne sinir bir adamsın be! Yani kovulmak istesen bu kadar kötü oynamazsın, sarı kart gördükten sonra hakemi alkışlamazsın.

İspanya'da senelerce ortalama 50-60 tane gol yiyen adamı bulup getirenlere selamlar. Nasıl gördünüz de beğendiniz, vallahi bravo.

Fazla iyi


Federer fazla iyi. Onun için o kadar fazla övgü düzüldü ki kelimeler artık anlamsız kalıyor. En sevdiğim oyuncu olan Agassi'nin her insan gibi sınırları, iyi günleri, kötü günleri, formsuz veya rahatsız olduğu evreler vardı. Bu onu daha sevilebilir kılıyordu gözümde. Federer'in öyle bir durumu yok. Bir set kaybetse bile eski hali yok demeye fırsat olacak neredeyse.

Diğer oyuncuların en iyi oyununu oynaması ve Federer'in vasat bir gününde olması lazım ki maç 5 sete gitsin. Her zamanki gibi kurulmuş robot misali maçı terlemeden bitirdi. Ölü sezonda saatlerde gymde vakit geçirmiş Murray ise maç sonunda sanki Mike Tyson ile ringe çıkmış gibiydi. Hiç hali kalmamıştı. Sadece fiziksel değil mental bir yorgunluk da vardı işin içinde.

2 hafta boyunca diğer fanilerle son derece güzel mücadele et, finale Federer'in karşısına çık, sonra bütün o güzel hisler çaresizlik içinde yok olup gitsin. İdman için korta dönüp motivasyonunu kaybetmemek çok zor. Federer bırakana kadar geride kalanlara kolay gelsin.

Sütübozuk


Prison Break'in unutulmaz karakteri T-Bag bir bölümde tüm günahlarını çocuk yaşta ona taciz eden babasına bağlamıştı. John Terry de yaptığını kokain satıcısı babasına, mağazadan eşya çalan annesine, tüm sülalesine, ecdadına, gen havuzuna mı bağlasın artık bilemiyorum.

Karısını eski takım arkadaşı Wayne Bridge'in kız arkadaşıyla aldatmış. Karısının da çok yakın arkadaşıymış bu bayan. Skandal ortaya çıkınca İngiltere'de yer yerinden oynadı. Olayın sadece aldatmayla kalmayıp milli takım arkadaşı Wayne Bridge ile ilgili olması her şeyin üstüne tuz biber ekti.

Böyle bir fırsat gelince şöhreti yerlerde sürünen Terry için basın zaten ne kadar berbat bir adam olduğunu, şan, şöhret, para ve kaptanlığın onu ne kadar bozduğunu anlatan yazılar yazmaya başladı.

Çocuklar gibi umutlu Güney Afrika'ya gidecek olan İngiltere'nin önüne de büyük bir sorun çıkmış oldu. Bu olay İtalya'nın 2006'daki zaferi öncesi patlak veren şike skandalı gibi her şeyi daha çok dramatikleştirir.

27 Nisan'da Chelsea-Manchester City maçı var. Mevkileri gereği Terry-Bridge sahada çok yakın değiller. Bridge yerine Craig Bellamy'den Terry'ye maçın sonlarına doğru bir uçan tekme gelir mi, valla bence büyük ihtimalle gelir..

Değişimin mimarı



Bir zamanlar sokaktaki pek çok kişiye ismi tanıdık bile gelmeyen; 98 yılında Fenerbahçe kongresinde 1 oy farkla sürpriz bir şekilde seçilen; gelir gelmez hali hazırdaki teknik direktörü Otto Bariç’i sezon sonunda göndereceğini açıklamasıyla, rakiplerinin 9 puan önündeki takımının şampiyonluğu kaçırmasına sebep olmuş olan başarısız başkan, Aziz Yıldırım.

Şuan dünyanın gözbebeği teknik direktörlerden biri olan Löw’ü ve Avrupa'da çeyrek final yaşatmış Zico'yu elde edilen 2.likler sonrası; tartışmasız futbol dehası Rıdvan’ı, Rüştü klasiği MTK maçı sonrası kovan, bu özelliğiyle CM’de en sabırsız unvanını senelerce kimselere kaptırmayan, istikrarsızlıklar sonucu taraftarlarını sahaiçi başarılarına hasret bırakan başkan, Aziz Yıldırım.

Hazmedemediği şeylerin başında biatsizlik gelmesinden dolayı, Daum'un takımın başına getirilmesi konusunda anlaşmazlık yaşadığı gelmiş geçmiş en düzeyli yöneticilerden emekli koramiral Atilla Kıyat’ı, erkenden FB başkanlığına oynadığı kulislerde dolaşan Sadettin Saran’ı, transferlerde kendini ön plana çıkarmakla suçladığı Hakan Bilal Kutlualp gibi muhalifleri susturan ve uzaklaştıran sert başkan, Aziz Yıldırım.

Fenerium’a yaptığı yatırımlarla, mağazayı para basan bir müessese haline getiren; Türkiye'ninilk spor takımı kanalı FBTV'yi yayın hayatına başlatan; bir gazetecinin sorusu üzerine maketinin bile yapılamayacağı bir parayla inşa ettiğini söylediği stat projesiyle ve paralel olarak yürüttüğü flaş transferlerle kulübün hâsılat ve reklam gelirlerini katlayan, 98’de devraldığında 5 milyon dolar olan bütçeyi 10 senede 20’ye katlayan ticaret adamı, Aziz Yıldırım.

Senede en az bir kere “Bu sene hiç konuşmayacağım” deyip, kötü
sonuçlarla birlikte “Fazla sustum” çıkışlarıyla kendini tutamayan; 3 kere bir daha aday olmayacağını söylemesine rağmen, sevdasından vazgeçemeyip tekrar tekrar başkan olan; istikrardan yana olduğunu her fırsatta savunurken, en ufak başarısızlıklarda dahi teknik direktörlerle yola devam ettiği görülmemiş olan; güçler ayrılığını savunan ama aslında kendi çapında bir diktatör olan tutarsız başkan, Aziz Yıldırım.

Eline geçen ekonomik güç sayesinde yaptığı reklam transferlerle türk futbolunun adını dünyaya duyuran ve doğal olarak rakiplerini de böyle transferler yapmak üzere taraftar baskısı altına sokmuş olan; Avrupa çapında inşa ettiği statla tüm ülkede yapılacak yeni statlara örnek olan; sadece futbol değil bütün dallarda tesisleşme ve altyapıya büyük yatırımlar yaparak Türk sporunu tetikleyen; futbolun kirli yüzü karaborsacılar ve çeteleşmiş tribünlere ilk kurşunu atarak başlattığı savaştan galip çıkan; statlarda koro halinde küfrü bitiren; yükselişini yakalamaya çalışan rakipleriyle beraber futbola çağ atlatan spor adamı Aziz Yıldırım.


Şuan ayrılırsa çoğu Fenerbahçelinin gitmesine üzülmeyeceği, ama hemen hemen her Fenerbahçe taraftarının seçim kaybederek ve ya istifa tezahüratlarıyla gitmesini kesinlikle istemeyecek kadar çok sevdiği efsane başkandır Aziz Yıldırım.

30 Ocak 2010 Cumartesi

Zürriyet!!!

Hürriyet Spor Servisi Müdürü Ercan Saatçi'nin Galatasaray hakkında ettiği ve basına sızan hakaretleri, fanatizm kokan sözleri, bütün spor camiasından tepki çekmişti. Uzun süredir FB yanlısı olduğu iddia edilen Hürriyet için iddiaların boş olmadığını ispatlarcasına bir kayıttı bu. Bir dönemin pop şarkıcısı Ercan Saatçi'nin ise şu an oturduğu koltuğa nasıl geldiği konusunda yorum yapmaya da gerek yok sanırım.

Ben o dönem bu olaya çok da önem vermemiştim. Zira Ercan Saatçi'nin genel düşünceleri konusunda bütün kamuoyunun zaten haberi vardı, buna ek olarak da ne kadar tarafsız bile görünse de futbolla ilgili her insanın "off the record" buna benzer kelimeler kullandıklarını tahmin ediyordum, arkadaş sohbetlerinde...

Fakat bugün aşağıdaki yazıyı okuduğumda gerçekten beynime kan gitmedi bir süre, Türkiye'nin en büyük gazetesi ve tarafsız gazetesi olduğunu iddia eden bir gazetede böyle bir yazı olabilir mi? Bu kadar fanatik ve kıskançlık kokan bir yazıyı ben FB'li arkadaşların bloglarında bile görmedim.

28 Ocak 2010 Perşembe

Değişim Zamanı


Fenerbahçe'de bir şeylerin değişme zamanı gelmedi mi? İstikrarlı olma bahanesiyle yanlışlardan dönülmüyor. Takımın en büyük sorunlarından biri oyuncuların maç seçip özellikle deplasmanlarda yokları oynamasıyken halen kadro gamsız Brezilyalılarla dolduruluyor. Kulübün bünyesi mi kabul etmez artık acaba Güney Amerikalılardan başkasını? Yoksa Alex Nobre'ye pas verir, Anelka'ya vermez uygulaması mı işler? Ben kombinemi satttım, paramı kasaya koydum, insanlar maça gelse de gelmese de olur, seyirciyi yine stada çekmek için bir şey yapmam anlayışı ne kadar sağlıklıdır?

Türkiye'deki yönetimlerin hepsinin ortak özelliği tutarlılık. Prensip diye bir şey sadece transfer görüşmelerinde prensipte anlaşma şeklinde var. Bir şeye ihtiyaç duyulduğu hissediliyorsa sadece ona yönelik bir karar alınıp gerisi hiç düşünülmüyor. Kantarın topuzu hep ağır kaçıyor.

Fenerbahçe'de Brezilyalılar biraz tuttu mu, devamını getirelim, Brezilyıların eksikliklerini ve takımdan götürdüklerini düşünmeden.

Takımın kondüsyon sorunu mu var. Alman antrenör getirelim. Antrenörle oyuncular arası sorun mu var. Genç daha yumuşak başlı bir adam getirelim. Yabancı teknik direktör tutmadı mı, camianın çocuğunu getirelim.

İstikrar dediğin şey tutarlı kararlar alınarak ve çok boyutlu düşünülerek sağlanır sağlanır.

Jerome Rothen


Gökçeklerin kariyeri bitmekte olan futbolculara sundukları amme hizmeti devam ediyor. Bu sefer kısa bir süreliğine de olsa 2003-2004 yılları çok klas bir futbol oynamış Jerome Rothen'i aldılar.

Rothen Monaco'dayken hatırlarım, sol ayağıyla kestiği şahane ortalarla Dado Prso kazmasına bile kariyer yaptırmıştı. Sonrasında Paris Saint Germain'in yolunu tutmuştu.

Hayatının en güzel yıllarını Monaco ve Paris gibi şehirlerde geçiren Rothen Ankara ayazını iliklerine kadar hissedip 19 Mayıs'ın tarla gibi zeminine çıkınca derin bir iç geçirecektir.

Haldun Üstünel

Sayesinde tekrar Football Manager oynamaya başladığım kişidir kendisi. Bu transferler gerçek hayatta yapılabiliyorsa sanal ortamda da yapılabiliyor olmalı, değil mi...

Şimdi de goal.com gibi, Times gibi ciddi kurumlar, Pavlyuchenko'nun da ara transfer döneminde kesin olarak takımdan ayrılacağını duyurmuşlar ve gideceği takımın GS olduğunu iddia ediyorlar. GS bu kadar hücumcuyu ne yapacak, turşusunu mu kuracak bilemiyorum ama daha da merak ettiğim birşey var ki o da bu değirmenin suyunun nereden geldiğidir. Aslantepe Stadı'nın localarının satıldığı söyleniyordu, oradan gelen parayla Elano, Keita, Kewell alınmıştı, Kewell bonservissiz olsa da yıllık ücreti az değil. GS yönetimi biraz daha sanal loca mı yarattı bilemiyorum ama umarım Cansun döneminde geleceği düşünmeden saçılan ve geri dönüşü olmayan milyon dolarlara benzemez bu transferlerin sonu.




Failure



"A man who, beyond the age of 26, finds himself on a bus, can count himself as a failure." -Margaret Thatcher

27 Ocak 2010 Çarşamba

Son Dakikaların Kralı


United yaptı yine yapacağını. Golden bir önceki pozisyonda City'nin ölüm fermanının hazırlanıyor olduğu belliydi sanki. Giggs topu güzelcene düzeltti, usta ve sakin hareketlerle sağa çekti, ortasında tehlikeyi City savunması zar zor savuşturdu. Ama kaçınılmaz sonu engelleyemediler. Maç uzatmaya gitse de 120. dakika atardı United.

Yıllardır o kadar fazla gol attılar ki sanki herkes olacakları kestiriyor ama rakipler bir türlü durduramıyor.

United motorunun turbosu(Ronaldo) artık yok ama motor ara sıra teklese de yola devam ediyor.

Meşhur Dürümcü Yaşar Usta!!!

Kanal A'da Manchester United-Manchester City Carling Cup yarı finalini izliyorum. Aniden "Meşhur Dürümcü Yaşar Usta" reklamı belirdi. Yarı yerel dandik bir kanal olsa da kabloluda Digiturk'te yayın yapan bir kanal sonuçta bu. Maç yayını sırasında dürümcünün reklam vereceği kadar ucuz mu reklam vermek? Kız arkadaşına evlenme teklifini de Kanal A aracılığıyla yapabilir misin acaba?

Bu arada reklam demişken Türk Hava Yolları reklamları da Old Trafford'da dönmeye başlamış. Barcelona anlaşmasından sonra takdir edilmesi gereken bir hamle daha. THY yönetiminden kendilerinden beklenmeyen bir vizyon göstergesi. 2006 Haziranı'nda kabin görevlisi eksikliği nedeniyle Türkiye'nin her yerinde uçaklar rötar yapmıştı. Kabin memurlarının eğitimi bitecek ve hemen uçuşlara gönderilecekti. Fahiş bir organizasyon bozukluğuydu bu. O noktadan buralara gelmeleri çok güzel.

Yurtdışına sunacağımız herkese hitap eden pek markamız yok. Beko dışında başka bir marka aklıma gelmiyor. Yıllardır süregelen "Türkiye'nin şu kadar tanıtımı oldu" geyiklerinin anlam kazanması için herkese hitap eden ürünlere ihtiyacımız var. Milli Takım maç kazanınca olduğu dile getirilen tanıtımın turizme direkt etkisi yok. İnsanlar gördüklerini ancak Türk olduğu bilinen markalarla eşleştirebilirse fayda sağlanır.

Reklam, tanıtım demişken daha çok yol almamız lazım çok. Yaz yaz bitiremezsin özellikel turizm reklamlarındaki hataları. Metrodan üstünde folklor kıyafetleriyle at üstünde çıkan kız görüntüsü geliyor da önüme, aman aman.

26 Ocak 2010 Salı

Çarşı Milangaz'a Karşı


Beşiktaş taraftarını oldum olası sevmişimdir, gerek sosyal meselelere karşı duruşları, gerekse yaratıcı tezahüratları sebebiyle. Bugünkü Ziraat Türkiye Kupası'nda Konya Şekerspor ile karşılaştıkları maçta bunu bir daha kanıtladılar;


Yıldırım gidince, kırk gün kırk gece x2
İnleyecek her yer, kurtulduk diye x2


Süleyman Seba ve bir nebze de olsa Serdar Bilgili gibi adamlardan sonra Yıldırım Demirören'in gelmiş olması bile hataydı, bu kadar uzun süre kalmış olması ise hatanın devamıdır. Zararın neresinden dönülürse kardır tabii, kongre üyelerinin bunu unutmaması lazım.


Reminder


Cezayir-Mısır CAF yarı finalini kaçırmayın derim canlı izleme imkanınız varsa...

Soyadlarıyla adam olanlar...

Kongrelerde çoğunluk sağlanamaması nasıl saçma bir ritüeldir. Senelerdir, tek adaylı başkanlık seçimlerinin yaşanacağı kongrelerde bile o "çoğunluğun" sağlandığını hiç görmedim. Bir aklı selim de çıkıp demiyor mu, "gelen gelsin oyunu versin, kongre bu hafta" diye. Kim, kimi, nasıl, neden kandırdığını zannediyor ki?
Beşiktaşlılar ve Türk futbolu için hayırlısı yok bu seçimin. Kötünün iyisi hali hazırdaki itici, ileri görüşlülükten uzak yönetimin değişmesidir ama bu durumda siyasetin çamurunun Beşiktaş'a daha çok bulaşacağını da kabullenmek lazım.
Fotoğrafa dikkatle bknz. Sevimsiz bir sırıtışla başkanlık bayrağını devralmaya çalışan Aksu'ya, Demirören'in tepkisi "oyuncağı" elinden alınmaya çalışılan bir çocuğunki gibi. Yanlış yöne koştuklarını biri hemen söylese iyi olacak.
Beşiktaş camiası için hayırlı seçim, umuyoruz ki bir sonraki olur.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Acaba?

Futbol asla sadece futbol değildir klişesi




Avrupa’da top koşturan Kolo, Yaya Toure, Keita, Abdul Kader Keita, Kalou, Drogba gibi pek çok yetenekli oyuncuya sahip ve fiziki olarak da korkutucu durumdaki Fildişi Sahilleri ile, zeka ve tekniğini ön plana çıkarmaya çalışan Cezayir arasındaki mücadelede heyecan ve eğlence katsayısı üst seviyedeydi. Fildişi erken öne geçti, Cezayir ilk yarı biterken uzaktan güzel golle beraberliği buldu. 89’da Keita’nın 30 metreden şutu çatala giderken, kimsenin aklına 90+1’de inatçı Cezayir’in tekrar beraberliği yakalayabileceği gelmemişti. Cezayirliler sevinç kutlamalarına devam ederken uzatmanın ilk dakikasında buldukları golle çılgına döndüler.

Bundan sonrası ise bahsettiğim heyecan, eğlence ve korku dolu dakikaların tavan yaptığı anlardı. Fildişi bütün hatlarıyla bastırıyor, Avrupa kondisyonerlerinin eğittiği Afrikalı bedenlerin performansları göz kamaştırıyordu. Sadece yumrukların atıldığı, gardların unutulduğu bir boks maçına dönüşmüştü mücadele. Karşılıklı kaçırılan goller, şaşırtıcı Afrikalı kaleci performansları, ortada kalan topa birbirleri üzerine gelen 2 lokomotif edasıyla hareketlenen oyuncuların yarattığı korku dolu anlar, profesyonellikten uzak sağlık görevlileri, saha amirleri, yedek kulübeleri; ben eğlenmeyeyim de kim eğlensin. İlk defa çağdaş futbola dair hareketler sergiliyorlar diye düşünüyordum, son dakikalarda Cezayir top yapmaya başlayınca, ama futbol ironik bir şekilde güzel yüzünü gösterdi ve Fildişi 120. Dakikada golü buldu. Buldu ama yan hakem ofsayt gerekçesiyle buz gibi golü iptal etti. Toure’nin yıkılışı ve üzüntüsü karşısında burulmamak elde değildi. Sonuçta maç Cezayir’in üstünlüğüyle sona erdi. Son düdükle beraber otel yıkılacak zannettim. Çığlıklar, Cezayir marşları, tezahüratlar oteli inletiyordu. Koridora çıktığımda birçok odadan Cezayir bayraklarıyla dışarı fırlayan insanlar gördüm. Korna seslerinin duyulması da gecikmedi tabi.

10 sene öncesine kadar kimilerinin iç savaş, kimilerinin dış destekli terör diye nitelendirdiği olaylardan dolayı futbol kelimesini sadece Zidane’la anan Cezayir halkı, doğru düzgün bir ulusal ligi olmasa da artık futbola sıkı sıkıya tutunmuş. Güzel oyunu, ekonomik ve sosyal olarak ilerleyişlerinin sembolü, bayraktarı olarak görür konuma gelmiş. Mısır’ı olaylı maçlar sonunda yenerek, 24 sene sonra Dünya Kupası’na katılmaya hak kazanmasıyla taçlanmaya başlayan süreçte; en önemsiz galibiyetlerinde bile sokaklara taşan, sevinçlerini, belki de seslerini, Cezayir diye bir ulus olduğunu Dünya’ya duyurmaya çalışan bir halk gözlemliyoruz. Eğer şuan Cezayir’de değil de Türkiye’de olsaydım, maçı canlı olarak izle(ye)mez, futbolun bu kadar hayatla paralel olduğunu düşünemezdim. Ama şuan aklımda sadece bir düşünce var; bazen hayat futbolu canlandırıyor, bazen futbol hayatı.

Robinho


Çok paran varsa kazıklanırsın, bir de işi bilmiyorsan daha çok kazıklanırsın. Şu Araplar sınırsız paraları olsa da Robinho'yu doğru düzgün bir izlemişler miydi acaba? Bir de plajda büyümüş şebek bir Brezilyalı Manchester'ın soğuğunda ne yapacak diye düşünme şansları olur muydu? Her halde düşünmüş olsalar yapay bir Rio plajı yaparlardı Robinho'nun evinin bahçesine. Bir de dev fanlar koyarlardı sıcak hava üfleyen.

Avustralya Açık


Avustarlya Açık'ı çok severim. Hatta en çok sevdiğim Grand Slam'dir. Bir kere en güzel tenisi ortaya çıkaran sert kortta oynanır. Sene başı olduğu için sürprizlere açıktır ve son yıllarda Bagdhatis, Tsonga, Fernando Gonzalez gibi bir sürü beklenmedik isim final oynayabilmiştir. Fransa Açık ve Wimbledon'daki gibi seyirci tiyatroya gitmiş gibi maç seyretmez. Kapalı kortlar olduğundan yağmur ve karanlık gibi dertler yoktur. Medeniyetin merkezlerinden biri olan Avustralya'da her milletten insan kortlara gider. Kıçımız donduğu kış ortasında sımsıcak Avustralya havası "Ah ulan şimdi orada olmak vardı" dedirtir insana. Orada hiç boktan hava olmuyormuş gibi düşünürsün.

Bu seneki erkekler tarafındaki isteğim her zamanki gibi Federer ile Nadal'ın epik bir final oynaması ve 5 sette Nadal'ın kazanması, Federer'in jupa töreninde göz yaşı dökmesi. Fakat geçen sene Fransa Açık'tan beri Nadal eski gücünde değil ve Federer can sıkıc bir şekilde otomatiğe bağlamış gözüküyor. Nadal'ın gücündeki azalış yıllardır giydiği kapriden vazgeçip daha kısa şortlar tercih etmesi ve pembe turuncu çok çirkin t-shirtler giymesiyle alakalı olabilir. Derhal kolsuz düz renk t-shirtler ve kapriye dönmesi Nadal için faydalı olabilir.

Bayanlar tarafı için bir yorum yapmak istemiyorum. Kişisel rekabetlerin çok yoğun yaşanmadığı ve belli aralıklarla gelip Serena Williams'ın herkesi süpürdüğü bir mücadele beni pek enterese etmiyor.

Boy ölçüsü


Milan taraftarı olsaydım dün geceki maçtan sonra kara kara düşünüyor olurdum. Takımın kadrosu ve sahaya dizilişi gözümün önünde canlanır, kimlerin bileti kesilip kimlerin alınması gerektiğine kanaat getirirdim.

Bir zamanlar Inter'den üst üste 6-7 maç gol yemeyen, Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalin aşağısını görmeyen takım 2007 Şampiyonlar Ligi zaferinden sonra Milano'nun ezik tarafı olmuştu.

Hayatı boyunca sol bek olan yolun sonuna gelmiş Favalli'nin stoper oynuyordu. Genç birilerini de takıma koyalım mantığıyla sağ ve sol bekleri vasat gençleri koymuşlardı. Milito, Sneijder ve Pandev her atak vızır vızır Milan'ın üstüne geliyordu. Artık bıkkınlık veren Pirlo, Ambrosini, Gattuso üçlüsünün İnter orta sahasına karşı koyacak mecali kalmamıştı. Sneijder atıldı da oyun dengelendi, yoksa ligin ilk yarısında olduğu gibi bir 4-0 daha gözüküyordu ufukta.

Geçen yıllarda Şampiyonlar Ligi'nde İngilizlere karşı hep 2-3 adam yavaş kalan Inter temposunu artırmış gözüktü. Chelsea'ye karşı bir şansları olur mu acaba dedim. Yoksa bağıl hızla mı açıklanabilir bu durum? Şubat ayında göreceğiz.

Bu arada Mourinho "Kaybetmemiz için 6 kişi kalmamız gerekirdi, 7 kişi kalsak da kazanırdık, kazanmamızı istemiyorlar," deyip hakeme giderini yapmış.

24 Ocak 2010 Pazar

Wenger Gençlerbirliği'ne


Şunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bir takımın altyapısında herhangi bir yaş grubundaki oyuncuların nasıl neredeyse hepsi birden üst takımda oynayacak kapasitede olur. Sezon başından beri kaç tane 18-20 yaş grubundan oyuncu Arsenal'da şans buldu, sayamıyorum.

Böyle bir şey mümkün değil. İstediğin kadar hepsini kendin seçmiş ol, istediğin kadar hepsi birden yetenekli olsun, olmaz. Rezerv takım maçına değil, FA Cup maçına çıkıyorsun ve deplasmandasın. 5 senedir kupa kazanamamışsın ve bu sene kupasız kalmamak için en öçnemli şans gerçekçi olmak gerekirse bu kupa. Kulübü ayakta tutmak için oyuncu yetiştirip satmak zorunda olan bir kulüp değilsin. Londra'da 60bin kişilik şahane bir stadın ve geniş bir taraftar topluluğun var.

Birisinin yeter artık, daha hazır olmadan koskoca adamların arasına attığın gençlere de yazık demesi lazım. "Ben her genci takıma monte ederim" mücadelesi diye bir şey olmaması lazım.

Bu uygulama devam edecekse Wenger'e ancak Gençlerbirliği teknik direktörlüğü yakışır.
İstediği kadar kendi kendini tatmin edebilir orada.

Hey gidi Patrick Vieira


Bundan 5-6 sene önce formasının önüne jelimsi bir şeyi sürer, elinde matarasıyla kaptan olarak Highbury'ye çıkardı. "Abi formasındaki ıslaklık ne acaba?" diye birileri her seferinde etrafına sorardı.

Highbury'deki kameraların muhtemel alçak konumu nedeniyle Vieira'nın boyu da 2.20 gibi gözükürdü, 90 dakikanın 85inde topun oynandığı karede gözükürdü sanki. 2005'te halen para ederken Juventus'a satıldı. Arsenal belki para kazandı ama o gittikten sonra Wenger orta sahasının ortasını hep tıfıl adamlarla doldurmaya çalıştı. Fabregas'ı dışarıda tutalım, diğerleri kısa söylemek gerekirse çapsızdı.

En büyük özelliği fiziksel gücü olan bir oyuncu sakatlıklar boğuşunca ilerleyen yaşla beraber bitti. Vieira da bitmiş yorumlarına konu oldu. Gerçekten de bitmişti. Inter maçlarında gördüğünüzde ayaklarına pranga vurulmuş gibi geliyordu insana.

Şimdi Manchester City'de bir geri dönüş yapmaya çalışsa da İtalya'da bile temposu düşük kalmış biri İngiltere'de ne yapar tahmin etmek güç değil. Ülkesine dönse en azından gözden ırak kalırdı. Şimdi yedeklerle beraber otururken görünecek ya da sahada gereksiz biri gibi dolaşırken.

Skandal!!!

Burhan Uslu önderliğindeki sağlık ekibini Milli Takım'a kaptıran GS, son 6-7 senedir sağlık ekibinden çektiği kadar rakip futbolculardan çekmedi. Bunun analizini yapmadım fakat çok büyük ihtimalle maç içerisinde sakatlanan futbolcu sayısı, antremanda veya sakatlık sonrası düzelme döneminde tekrar sakatlanan futbolcu sayısından çok daha azdır.
Geçtiğimiz yıllarda sakatlık illetinden kurtulamayan, sağlık ekibinin ha iyileşti iyileşecek derken aylarca geri dönemeyen futbolcuların başında Uğur Uçar, Serkan Çalık ve Linderoth geliyor.
Zor bir sakatlıktır diz bağlarının kopması, fakat Burhan Uslu önderliğindeki ekibin 4 ayda geri getirdiği bir Hakan Ünsal örneği varken Serkan Çalık'ın 1.5 yıldır aynı sakatlıktan sahalara dönememiş olması rastlantı değil gibi gözüküyor. Bunu onaylayan da "GS sağlık ekibinin çözemediği sakatlığımı yeni transfer olduğum Gençlerbirliği sağlık ekibi çözdü" açıklamasıyla futbolcunun ta kendisi...

Baros 1.5 senede GS sağlık ekibini çözmüş, helal olsun. Ayak tarak kemiğindeki kırık sonrası GS sağlık ekibinin operasyona gerek yok tavsiyesi sonrası Almanya'ya gitti ve sakatlıktan dönüş sürecini uzatacak ama aynı sakatlığının tekrarlama ihtimalini düşürecek bir operasyon yaptırıp kendi kariyerini sağlama aldı. Bazıları bunu vefasızlık kisvesi altında eleştirdi ama futbolcunun kendi sağlığını düşünmesi kadar doğal birşey olamaz, sanki Baros da kariyeri açısından At.Madrid maçında oynamak istemiyormuş gibi saçma eleştiriler yapılıyor.

Bu skandallara bir yenisi daha eklendi; Kewell'ın yeni sakatlığı.

İnanılmaz, ama gerçek. Doktorlar Kewell iyileşti, haftasonu oynar diye antremana çıkarıyorlar. Kewell 2. antremanda kasığını tutarak kenara geliyor. Doktorlar muayene ediyor, cevap: 2 ay yok. Bu benim duyduğum ve gördüğüm en büyük skandaldır, hem de At. Madrid maçları öncesi uçta oynatabileceğin tek adam Kewell iken (Nonda'yı saymıyorum bile).

İşini iyi yapamıyorsan istifa edersin veya seni kovarlar. İkisinden birini artık bekliyorum ben, yoksa GS kendi kendini sakatlamaktan vazgeçmeyecek.

22 Ocak 2010 Cuma

Is Gary Neville a boot licking moron?


Yabancı basında hayran olduğum bir şeydir bu. Sözlerini hiç sakınmazlar, birisi gerizekalılık yaparsa herkes ona gerizekalı der. Komik hataları da sonuna kadar kullanır, yıllar boyunca dalga geçerler. Volkan Demirel Kasımpaşa maçında yediği golü İngiltere'de yeseydi, her halde 10 sene boyunca jenerik malzemesi olarak kullanılırdı. Sabri eğer İngiltere'de oynamış olsaydı "Gelmiş geçmiş en salak futbolcu Sabri olabilir mi" diye tartışma konusu açılırdı.

Gary Neville ile Carlos Tevez'in Manchester derbisindeki sürtüşmesinden sonra Tevez Neville için "boot licking moron- yalaka ahmak" tabirini kullandı. The Guardian'da zaten pek sevilmeyen bir adam olan Neville için resimdeki anketi açtı.

Ben de Yes seçeneğine hemen tıkladım, %87.5 ile yes seçeneği önde gidiyor.

Kaptan, Görev Adam, Menajer, Antrenör ve Şimdi de Kondüsyoner


Eski kondüsyonerinin görevine son veren Beşiktaş yerine Tayfur Havutçu'yu getirmiş.

Türkiye'deki "sesini çıkarma, uslu çocuk ol, ne denirse yap, ne görev verilirse hayhay de" kültürünün ispatıdır bu. Ölene kadar Beşşiktaş'tan ekmek yer artık Tayfur. Yarın öbür gün futbolcularının malzemelerini yıkar, ütüler, bundan hiç gocunmaz.

Sen de mi Miranda


"The girl next door" imajına uygun düşmeyen pozlar vermiş Miranda Kerr. Olmamış. Ses getirmek önemli de bunu yaparken beğenilmek daha önemli. Çıplak poz verecek pek bir hali yok kendisinin.

Conan giderken


Amerikalıları anlamak zor şey. Ratingleri falan bir yana bırakalım. Jay Leno ve Conan O'Brian arasında bir tercih yapıp Conan'ı göndermek nasıl açıklanır bilemiyorum.

Conan kendi hesabına 33 milyon doları koyup ayrıldı NBC'den. Olan güzelim e2 yayınına oldu. Her gece 11 sularında televizyon karşısına geçip gerine gerine izleyemeyeceğiz The Tonight Show'u. Conan'dan sonra Jay Leno'ya bakmam bile.

Bu arada son günlerde giderayak NBC'ye çok güzel laflar geçirdi Conan. Helal olsun.

Bu işte bir yanlışlık var


Bu işte bir yanlışlık olmalı. Galatasaray bu kadar fazla transfer yaparken halen kadro sıkıntısı çekiyor. Çünkü ne yapılanlar bir program dahilinde, ne de kadroyu temkinli bir şekilde kullanma gibi bir şeye kafa yoruluyor.

Orduspor maçında sakatlanan Kewell 2 ay daha yok. Evet Türkiye Kupası'ndaki grup maçında Kewell oynatıldı ve sakatlandı. Narin ve sakatlığa açık bir yapısı olan bir adamı 3 günde bir her maçta oynatırsan, bir de üstüne üstlük tarla gibi bir sahada Türkiye Kupası maçında sahaya sürersen böyle silahsız kalırsın işte. Gözden çıkarılan, beli dönmeyen duba Nonda bir hafta içinde gönderilmezse takımın Avrupa Kupası'nda oynatabileceği tek santraforu. O da gider ve Giovani Dos Santos gelirse minikler takımı gibi forvet hattıyla sahaya çıkılacak.

Madem bu kadar para harcamayı göze aldınız, hangi akla hizmet Gökhan Zan ile yola çıkarsınız, kariyeri boyunca güvenilir bir adam olmamış Leo Franco'yu bulup getirirsiniz, Baros'un sakatlığı Ekim ayında olmuşken ve şimdi dönmüş olsa bile ne halde döneceği aşikarken, kaç ay hiçbir harekette bulunmayıp Avrupa Kupası'nda oynayamayacak bir adamı alırsınız.

Yıllardır beklenen transfer hamleleri yapıırken yanında çok kritik hatalar da yapılıyor. Takımın halen neden bu kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğuu düşünmeli birileri. Bu kadar yatırım sonucu kaliteli futbolcuları olan fakat Avrupa Ligi çapında bir takım çıkıyor ortaya. O seviye bir takım olmak için bu kadar para harcamaya gerek yok.

21 Ocak 2010 Perşembe

Milangaz tribünü


Yıldırım Demirören'den memnun bir Beşiktaşlı var mıdır? Her halde yoktur. Özhan Canaydın'ı bile lise davasına savunanlar vardı. Ben daha kimseden "Başkanımızdır, saygı duymamız lazım" lafını bile duymadım.

Bir sürü Beşiktaşlı'dan dinlediğim hikaye; babasının kurduğu işleri de batırıyormuş, babası dur bi dakika, al sana para git Beşiktaş ile uğraş demiş. Sonuç ortada. Beşiktaş Lucescu-Bilgili döneminde bir ara yakaladığı önde giden takım olma halini bir daha yakalayamadı. Rakipleri kadar ufkunu genişletemedi, potansiyelini artıramadı.

Ay sonunda seçim var. Demirören'in rakibi Murat Aksu herkes tarafından kabul görecek, taraftarı heyecanlandıracak birisi olmaktan uzak. AKPli siyasetçi eski İçişleri Bakanı baba benim tanıdığım Beşiktaşlıların hoşuna gitmez bir sefer. Yaptıklarıyla babasının gölgesinden kurtulmuş bir isim de değil kendisi. Bir nevi Demirören gibi.

Fakat ne olursa olsun Yıldırım Demirören değiştirilmeli. Canaydın deneyiminden biliyorum ki bir noktaya gelirsin ki artık başkanın suratını bile görmeye dayanamazsın, taraftar olarak sinirin bozulur, o gidene kadar futbola küsersin.

Eğer Yıldırım Demirören yine seçilirse, rakibi ne kadar zayıf olursa olsun, Beşiktaş kongresi seçimlerde yenilgiye doymayıp halen aynı genel başkanı seçen parti kongreleri gibi olmuş demektir.

19 Ocak 2010 Salı

Zaman


"Su gibi akıp gitmiyorsa zaman, doğru yerde ve doğru kişilerle geçirmiyorsun demektir."

Ali Can Solak, 18.1.2010

18 Ocak 2010 Pazartesi

Piç


Valla ben de çoğu insan gibi Cristiano Ronaldo'dan nefret etmeyi çok seviyorum. Topu kaybedince, şutu üstten auta gidince, sert bir faule maruz kalıp yere kapaklanınca içim bir hoş oluyor. Hele hele Ronaldo'nun deplasman takımı oyuncusu olduğu 2 maça gitme mutluluğu yaşadım. Her topu ayağına aldığında yuhalamak çok zevkliydi.

Armani için çektirdiği fotoğraflar çok kötü fakat Ronaldo'yu yansıtmak konusunda çok başarılı olmuş. Böyle pislik, piçlik yapamadan duramayan bir adam Ronaldo.

Hafta sonu Athletic Bilbao tarftarı yerinde olmak isterdim. Hem takımın Real Madrid'i yeniyor, hem de Cristiano Ronaldo bir bok yapamıyor. İyi ki varsın Cristiano Ronaldo.

Kim vs. Nicole



Alkolü fazla kaçırdığın bir gecede, karanlık bir ortamda, Kim Kardashian'ı Nicole Scherzinger ile aldatıp farkına varmayabilir misin acaba? Bence olabilitesi çok yüksek.


17 Ocak 2010 Pazar

Dünya Kupası Motivasyonu

Ronaldinho, Milan'ın Siena'yı bugün 4-0 yendiği maçta yaptığı hat-trick ile birden gündeme oturdu. 2010 Dünya Kupası arifesinde onun da her futbolcuda olduğu gibi Güney Afrika'ya gitmek istemesi her halinden belli oluyor. Geçen seneki formsuzluğu ve Kaka ile olan birlikteliğin yarattığı "1. adam" sorununun da bu sene giderilmiş olması ve takımın hücum gücünün 1 numarasının Ronaldinho olması da formunun tekrar yükselmesinde etken tabii ki.


Dunga'nın 4-2-3-1'inde dönem dönem sağ açıkta görev alan Elano'yu nasıl etkiler Ronaldinho'nun bu formu önümüzdeki dönemde göreceğiz. Son 2 senedir Brezilya kadrosuna pek giriş yapamayan Ronaldinho, bu formuyla kadroya girerse çıkacak adamlardan birisi olabilir Elano, her ne kadar Dunga'nın Elano hayranlığı bilinse de medya baskısına ne kadar dayanabilir Dunga bilemiyorum. Umudum Ronaldinho'nun formunun, Elano'yu da biraz da silkeleyip kendine getirmesidir. Zaman herşeyin ilacı...

Alma Hakan Şükür'ün ahını, çıkar aheste aheste



Bu dünyada kimsenin yaptıkları yanına kalmaz. Yıllar geçse de üstünden, yaptıklarınızın cezasını bir şekilde çekersiniz. Kimsenin ahını almamak lazım. Özellikle Hakan Şükür'ün.

Juventus'un durumu ortada, şike skandalından sonra eski güçlerine dönemediler. Resimdeki Moggi'nin önderliğinde başlattıkları hassas organizasyon 2006'ta ortaya çıktı. Küme düşürüldüler, halen eski günlerinin mumla arıyorlar.

Lig TV'de gördüğüm İz Bırakanlar programında Hakan Şükür konuktu. Beklenildiği üzere ona atılan kazıklardan bahsetti program boyunca. Her an gözlerinin dolmasını bekledim. Ama bu olayları her fırsatta o kadar fazla dile getirmişti ki alışmış olmalıydı. Hani bu olayları Hakan Şükür'ün hep gittiği bakkala, kasaba, manava falan sorsanız onlar da her halde anlatırdı.

1999 yılında Juventus'a gerçekleşmeyen transferinden bahsetti Hakan Şükür. Galatasaray o ayrılmak istemese para kazanmak uğruna Juventus'un kollarına itmişti Hakan'ı. Juve İstanbul'dayken sana şu kadar para vereceğiz demişti Hakan'a, Torino'ya gittiğinde daha az paraya imza atacaksın, yoksa Esnaider'ı alırız diye tehdit etmişlerdi onu. Hakan da dimdik bir duruş sergilemiş, ceketini alıp gitmişti.

Bunu anlatırken sonrasında Hakan Şükür'ün ağzından şu cümle döküldü : O zaman çok ah etmiştim Moggi ve Juventus'a, zaten şu anda içinde buundukları durum da ortada.

İşte arkadaşlar, Juventus neden bu durumda sorusunun cevabı böyle. Hakan Şükür'ün dünya üzerinde ahını alan 9674942332 kişi de tehlike altında. Bir şeyler ters gidiyorsa Hakan Şükür ile herhangi bir şekilde iletişim kurmuş olabilir misiniz bir düşünün. Belki de kaçırdığı goller sonrası çok ağır hakaret etmişsinizdir, bence en iyisi bir tövbe edin.

Gündemden karışık


- Alişan'ın neden dünkü törenlerde konser vermediği ortaya çıktı. Unutmuşuz, Tepecikspor'un Antalya kampındaymış Alişan. Hatta morali bozukmuş, lisansı iptal edildi diye. Tahkim Kurulu'na başvuracakmış, avukatı her halde idmandaki çift kalenin videosunu gösterecek, bak Alişan da diğerleri kadar oynuyor diye.

Askerden kaçmayı istemek doğal da yani nasıl böyle bir şeyin ortaya çıkmayacağını düşünür insan. Ah be Alişan, Mahsun, Özcan hepsi adam oldu, bir tek sen halen yerinde sayıyorsun.

- Naklen yayın ihalesinden sonraki haberlerden gına geldi. Bak Almanya'da şu kadar alıyorlar, İtalya'da şu kadar, geçen sene şampiyon olan şu kadar aldı, bir dahaki sene şu kadar alınacak. Bazı haberleri okursun, sonra aklında hiç bir şey kalmaz ya işte öyle. Bu işten ancak futbolcular karlı çıkar. Süper Lig'in kalitesi yükselir beklentisi boş, bu paralar sahada oynana futbolu çok etkilemez, başkalarının cebine gider, hiç merak etmeyelim.

- Bu arada futbolcuların "Hepimiz bu işten ekmek yiyoruz," lafı vardır ya, rahatsız oluyorum. "Hepimiz bu işten havyar yiyoruz," falan demek daha uygun. Ben kendi maaşımla ekmek yiyorsam onların farklı bir tabir kullanması lazım.

- Gazetede bir inşaat firmasıyla Dubai'de yaptıkları işler ile ilgili haber vardı. Gördüğünüz gibi şirket adı verip reklam yapmıyoruz. Bunlar Koreli birilerini de çalıştırıyorlarmış, bir gün şantiyenin bekçi köpeği ortadan kaybolmuş. Durumu anlarsınız işte.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Prof. Dr. Hakan Ünsal: Gereksiz bir ameliyat

Baros'un sakatlığının tekrarlamaması adına Bayern Münih doktoru ünlü Wohlfahrt'ın, Baros'un ayağına platin takması üzerine...

Pes artık Baros-Gökhan en doğru transfer

Hürriyet gazatesi ile ilgili bütün Galatasaray taraftarlarının kanısı ortak. Baş Galatasaray yazarının küçük hakan ünsal olduğu bir gazeteden bahsediyoruz. Bu ülkede tecavüzcüsüyle evlendirilip onlarla yaşayan kadınlar var. Bu küçüğün Galatarasay'a olan kini bir türlü bitmek bilmedi. Sanki Galatasaray ailesini gaz odasına soktu, onu da zamanında kadro dışı bırakmakla yetinmedi, teker teker tırnaklarını çekti, kafasını kazıtıp şıp şıp su damlattı(bkz.Çin İşkencesi)

Geçenlerde Bülent Timurlenk'in yazdığı bir Sabri yazısına gelen yoruma bayılmıştım. Yorumu yazan arkadaş hayatta onu en çok mutlu edecek olaylardan birisini bir gün Galatasaray başkanı olup ertesi gün ilk iş olarak Sabri'yi takımdan kovması olarak yazmıştı. Böyle bir şeyi yapma şansım olsa ben de çok mutlu olurdum. Gerçi son zamanlarda eskisi kadar saç baş yoldurmuyor sanki.

Buna benzer beni mutlu edecek başka bir olayı da şimdi dile getiriyorum. Galatasaray taraftarının yeni stadın açılışında Arsenal ile oynamak ve hatta 2000 senesindeki kadroların da sahaya çıkıp bir gösteri maçı yapması fantezisi vardır. Malum oyuncu-yönetenler sürtüşmeleri nedeniyle gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir olaydır ama her neyse. İşte o organizasyona Hakan Ünsal da çağırılacak ve oyuncular tanıtılırken adı okunduğunda bütün stad onu ıslıklayacak ve aralarda ana avrat küfürler de duyulacak. küçük de mosmor olacak ve gazetesine dönüp satılmış yazılarına devam edecek.

Şimdi gelelim bugünkü Hürriyet spor sayfası manşetlerine. Sol tarafta "Pes artık Baros", sağ tarafta "Gökhan en doğru transfer".

Gökhan Ünal bir buçuk sene Trabzon'da oynadı ve tutunamadı, formda oldu mu hiç bu dönemde hatırlayan var mı. Trabzon Fenerbahçe'den daha üst düzeyde veya eşit düzeyde bir takım mı, hayır. Görüşünü aldıkları kişiler şu kanaate varmış: Gökhan Fenerbahçe'yi uçurur. Real Madrid'den mi geliyor Gökhan, orada uyum sağlayamadı da şans bulamadı mı? Benzema ile falan mı karıştırıldı Gökhan. Veya bedavaya mı geldi, bonservisine 3.5 milyon Euro para verilmiş, değil mi?

Gökhan Ünal Fenerbahçe'de başarılı olabilir, bu fikirleri belirtenler haklı çıkabilir. Ama bir de yan sayfadaki Baros manşetini yan yana koyalım, art niyet yoktur diyebilir miyiz? Baros tekrar sakatlanmayayım diye tedavisi bitmesine rağmen gitmiş bir daha platin koydurmuş ayağına, böylece sahalara dönüşünü 2 ay geciktirmiş. Baros muayene olurken odada sadece Hürriyet muhabirleri mi varmış, zaten garanti paramı alıyorum oynasam ne olur oynamasam mı olur demiş Baros.
Bir de küçük hakandan yorum almışlar Baros hakkında. Şıracını şahidi bozacı.

Fenerbahçe Galatasaray'dan bir puan önde, ikisi de Avrupa Ligi gruplarınında birinci gelmiş, ikisi de gerekli gördükleri bir transferi yapmışlar. Galatasaray 10 puan geride olsa, Avrupa'dan elenmiş olsa anlayacağım, alttakine bir tekme de biz atalım mantığıyla haber yapmayı.

Nedir yani bu taraflılık?

Kültür başkenti


Müjdeler olsun, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür başkenti olması nedeniyle etkinlikler bugün başlıyor. Ben bile bugünün şerefine saçlarımı kestirdim, yeni bir başlangıç yapıyorum.

Taksim'de Tarkan, Pendik'te Kıraç, Bağcılar'da Zara sahne alıyor. Aslında bu konserler dizisi Cihangir'de Bülent Ortaçgil, Etiler'de Arto, İstanbul'un değişik varoş muhitlerinde Nihat Doğan, İzzet Yıldızhan, Alişan, vs. ile devam etmeliydi. Her halde önümüzdeki haftalara sarktı. Bir de Anadolu Ateşi'ni programda göremedim, bir yanlışlık oldu galiba.

Bu büyük etkinliklerin haberleri eminim yarın öbür gün New York Times, The Guardian, Le Figaro, El Pais gibi ülkelerinin en önemli gazetelerinde çıkacak ve kültür başkentliği şerefine İstanbul'a turist akacak.

Devletin elinde olunca bu tanıtım işleri her zaman öyle felaketler yaşanıyor. THY'nin reklamında oynatmak üzere Kevin Costner'ı seçmesi gibi işte. Ya hiç sansasyon yaratılamıyor, ya da yapılan işler komik kaçıyor.

Bu haber etkinlikler her yerde haber olsun istenir değil mi, yanlış mı düşünüyorum acaba? Getir Beyonce'yi Taksim meydanına haber olsun, veya kültür turizmi için gelen kitleyi mi hedefliyorsun, getir dünyaca ünlü tenorların hepsini bir araya, öyle bir start ver. Her zaman kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. Yani bunu da bak halka bedava eğlence sağladık, hem sahneye çıkar yarım saat konuşup propaganda yaparız diye düşünüyorsa Kültür Bakanı, Belediye Başkanı, vs. yazıklar olsun.

14 Ocak 2010 Perşembe

Rijkaard, Neill ve Neeskens

2006 Dünya Kupası'nda Hırvatistan ve Japonya'nın önünde gruptan çıkmayı başaran Avustralya'nın önemli iki yıldızı Kewell ve Neill'ın yolu böylece İstanbul'da kesişmiş oldu. 2006 Dünya Kupası performansı sonrası Avrupa'nın gözde kulüplerinin listesine de giren Neill ise 4 yıl sonra Rijkaard ve Neeskens ile çalışma şerefine nail olacak. O döneme göre tek dezavantajı ise 31 yaşına basmış olması. Barcelona, o dönemde Thuram veya Zambrotta'yı alamamış olsa, Neill belki de şu anda dünyanın en iyi sağ beklerinden birisi olarak anılıyor olacaktı, kim bilir...




Asıl ihtiyaç duyduğu mevki olan stoper pozisyonuna sağ bekten devşirilmiş bir defans oyuncusunu alan Galatasaray'ın ne kadar iyi iş yaptığını zaman gösterecek. O bölgeye transferin şart olduğu aşikardı. Neill, yaşı geçmeye yüz tutmuş bir adam olarak gözükse de Galatasaray bana göre kumar oynamadı. 2010 Dünya Kupası'na hazır gitmek istemesi sebebiyle yüksek motivasyona sahip olması, Kewell ile birbirlerini yıllardır tanıyor olmaları ve adaptasyonunun hızlı olacak olması, sert futboluyla takım savunmasını biraz daha agresifleştirip takımı ateşleyebilme özelliği olması ve Kewell gibi Avustralya için bir futbol efsanesi olarak görülen bir adam varken milli takım kaptanlığı yapabilecek lider kişiliğinin olması sebebiyle Galatasaray kısa vadede günü kurtaracak hareketi yapmış gibi gözüküyor.



Kewell ve Baros'un kısa süreli yokluğunu giderecek ve bana göre Galatasaray'ın mevcut sistemi için gelecek 10 yılını kurtarabilecek potansiyele sahip olan Sercan Yıldırım'ı da bir şekilde kadroya katabiliyor olması gerekiyor ki bu tamamen farklı bir yazı konusu. Buna da değineceğim yakında...