31 Temmuz 2009 Cuma

"Guiza Fener'in adamı değil!!!!!!"

Guiza'ya yazılı ve görsel basın geçen sezon çok eleştiri yaptı, Fenerbahçe gibi bir takıma az geldiğini, bu kalibrede bir futbolcu olmadığını yazıp çizdiler, hatta yok pahasına bile olsa bu futbolcudan kurtulunması gerektiğini söyleyenler bile oldu. Ben geçen sezon da çok söyledim, ayağa top oynamaya çalışıp ileri gitmeye çalışan fakat ileride çoğalamayan bir takımın oyuncusu olarak Guiza ileride çok yalnız kaldı. Kanatlardan yeterli ortayı alamadı, ortasahadan yeterli destek alamadı, tek forvet oynadığı için de çok yalnız kaldı ve ileride tek başına didinip durdu.

Ayağa top oynayarak ileriye doğru çıkmaya çalışan takımların en büyük özelliği oyunu 80m'lik bir bölgede oynarlar, oyunu geriden kurmaya çalıştıkları için. Bu çok ciddi kondisyon ile beraber çok teknik bir ortasahaya sahip olmayı gerektirir. Fenerbahçe'de bu iki öğe de olmadığı için Guiza ileride top alabilmek için hem rakiple çok boğuştu, hem de boş alanlara çok kaçmaya çalıştı. Bu da kendisinin çok yorulması anlamına geliyor. Çok gol kaçırdı diye eleştirenler oldu, fakat Guiza'nın maç içerisinde ne kadar yorulduğunu kimse hesaba katmıyor. Tabii nefesini ayarlamak da futbolcunun tecrübeyle orantılı olarak görevidir fakat futbol oynayanlar bilirler, ne kadar yorulmuşsan bacaklarına hakimiyetin de o ölçüde azalır. Dolayısıyla pozisyona girebiliyor olması bile kalitesinin göstergesidir.

Guiza gibi mücadeleci futbolcuların özellikleri en iyi ya uyumlu olacağı bir forvet partneriyle ortaya çıkar, ya da oyunu rakip yarısahaya presle yıkan takımlarda ortaya çıkar. Daum'un sisteminde Guiza Türkiye Süper Ligi'nin gol kralı olmaya aday futbolcusudur. Daum direkt oynamayı ve kanatlardan hücum yapmayı seven bir anlayışı benimsediği için Guiza büyük oranda karambol pozisyonlardan çok gol atacaktır bu sezon.

Nobre'nin devre arasında Fenerbahçe'ye geldiği dönemde Fenerbahçe şu an oynamaya çalıştıkları sistemin benzerini ve belki de biraz daha iddialısını oynuyorlardı. Kanatlarda Serhat ve Tuncay, forvette Nobre van Hooijdonk ve arkalarında Alex ile oynamak büyük bir cesaret, ama ileri şişirilip yoğun presle topun rakip yarısahada kalmasını sağlayarak büyük oranda karambol olmak üzere çok pozisyona girebiliyorlardı ve Nobre de mücadeleci özelliği ile karambollerden çok gol buluyordu.

Nobre'ye stil olarak yakın, fakat daha teknik ve pozisyon sezgisi daha kuvvetli Guiza ise o sene Nobre'nin üstlendiği rolü üstlenecek bu sezon TSL'de. Benim iddiam ise Guiza'nın sakatlık gibi büyük bir aksilik yaşamadığı sürece bu sezon 20 gole ulaşacağı yönünde. Bu sezon da başarısız olursa zaten artık futbolu bıraksın ve Unkapanı'na albüm yapmaya gitsin, tutar Türkiye'de..

In God We Trust

Amerikalıların paraya tapması


Fight Club ekibinin Tyler Durden'a tapması


Ve Galatasaray taraftarının Haldun Üstünel'e tapması

30 Temmuz 2009 Perşembe

Elano mu, şaka mı bu??

Haldun Üstünel Galatasaray'ın transfer vizyonunu 1 değil 10 kademe yukarı taşıdı. Her zaman söylemişimdir, Avrupa piyasasında ekonomik transferde 2 koşul vardır ki yapılması çok zor şeyler değildir; 1- kontratı sezon sonunda bitecek futbolcu ile kulübü 31 Aralık'a kadar anlaşmamışsa bu futbolcu ile bonservis bedeli ödenmeden sezon sonu için anlaşmak, 2- futbolcunun kendisi çok kaliteli olmasına rağmen aynı bölgeye yapılmış olan transferler sonrası bu futbolcunun ikinci plana itilmesi sonucu olarak kulübünün futbolcuyu ucuz maliyetlerde satması..

Elano transferi de 2. maddeye uyan bir transfer oldu. Kendisi Man City'nin yaptığı çılgın transfer atağından sonra İngiliz medyasında yazılıp çizilen ideal Man City 11'ine giremeyecek gibi gözüktükten sonra opsiyonlarını aramaya başlamış demek ki. Ayrıca geçen sezon sonlarında bir radyo programında menajeri Mark Hughes'ı eleştirmesi sonucu 2. plana atıldı desek daha doğru olur. Bir başka sebep de Mark Hughes'un geçen sezon başında göreve gelmesi ve Robinho - Shaun Wright Philips transferleri sonrası sistem değişikliği ile Elano kanatların yedeği gibi görülmeye başlandı. Ona rağmen geçen sezon 20nin üzerinde maçta görev almayı başardı Elano. Bonservis bedeli şu an için açıklanmamış durumda, ama GS yönetimi Deco ismiyle medyanın uğraşmasını sağlarken yine son dakikaya kadar Elano isminin duyulmamasını sağladı ki bence çok büyük başarıdır.

Ben Haldun Üstünel'in yerinde olsam herhalde transfer olacak gibi gözüktüğü zaman o heyecanla en kötü ihtimalle en yakın arkadaşlarıma bahsederdim bu transferden. Tabii ki "aman arkadaşlar aramızda kalsın, yayılmasın bu" gibi klişe muhabbetler dönerdi ama sonuç belli olurdu, 1 gün içerisinde bütün Türkiye duymuş olurdu ismi. Yani isimleri bu şekilde saklayabiliyor olmak çok ama çok büyük başarı..


Biraz da Elano'dan bahsetmekte fayda var. Elano klasik bir Brezilyalı ortasaha futbolcusundan çok farklı. Hem estetik yönü kuvvetli, hem de çok disiplinli, defansa da yardım eden bir futbolcu. O bölgenin sorumluluklarını her anlamda taşıyabilen bir isim. Bu özelliklerinin sayesinde zaten o bölgede çok ama çok önemli isimler olmasına rağmen Brezilya Milli Takımı formasını 34 defa giyebilmiş ve Milli Takım havuzunda her zaman bulunmakta. GS'ın sistemine uyması açısından ve yaş itibariyle de taraftarı heyecanlandıran Deco'dan çok daha verimli olacaktır. 28 yaşında ve bir ortasaha oyuncusu için en verimli dönemleri önündeki bu 4 sene.

Sistem olarak, Rijkaard'ın düşündüğü 4-3-3'teki o hem hücum hem savunma (Xavi-Iniesta) 2 ortasaha oyuncusundan biri çok rahat olabilir, ayrıca dönem dönem oynadığımız 4-2-3-1'deki geçen sezon Lincoln'ün oynadığı 10 numara forvet arkası pozisyonunda da yaratıcılığı, uzaktan şutları sayesinde hücumda en az Lincoln kadar, savunma anlamında ise Lincoln'den kat kat fayda sağlayacaktır. Bu arada, en önemlisi ise GS'ın uzun zamandır sıkıntısını çektiği serbest vuruş sorunu ise çözülmüş durumda.

Bu transferle bence GS hala transferi bitirmedi, bana Lucas Neill da gelecek gibi gözüküyor. Biraz daha bekleyip GS analizimi yapacağım.

Bir kaç tane videosu aşağıda..

http://www.youtube.com/watch?v=6vPMBG0xATs (New Utd'a karşı attığı free kick)
http://www.youtube.com/watch?v=oRfjBJWQwe8 (Serbest vuruşları, golleri, asistleri - sol ayağına dikkat!!)
http://www.youtube.com/watch?v=p9dnCH-tgGw (Brezilya'nın attığı 1.gol)
http://www.youtube.com/watch?v=MKDZwC89ACE (Mükemmel bir röportaj, karakteri ile ilgili çok önemli açıklamalar var -çalışkan, çekingen ve takıma ayak uyduran)

ÖNEMLİ NOT: 7m euro bonservis verilmiş Man City'e. 12m euro'ya almıştı Man City Elano'yu ve 2 sezondur City'de banko oynuyordu, özellikle de ilk geldiği sezon gösterdiği performansla takımın yıldızı ve kurtarıcısı yakıştırmaları yapılmıştı. Çok ama çok büyük transfer.

24 Temmuz 2009 Cuma

Çok zekice

Gazeteci Rijkaard'a sorar:
"Adınız Reykaard mı Raykaard mı diye okunuyor?"
Rijkaard'ın cevabı:
"Frank diye okunuyor."

Resmen "bana böyle salak salak sorularla gelme" demiş Rijkaard. Haberin ne kadar gerçek olduğunu bilmiyorum ama efsanevi bir karşılık vermiş Rijkaard...

21 Temmuz 2009 Salı

Andre Dos Santos = 6m euro ; İsmail Köybaşı = 6,5m euro + Serdar Kurtuluş

Bu karşılaştırma Türkiye'deki sınırlı yabancı hakkının sonucunu göstermek açısından çarpıcı. Türk takımları, şu anki yabancı sınırlaması sisteminde Şampiyonlar Ligi seviyesinde üst kalibre takımlarla yarışmak istiyorlarsa 6 yabancı dışında kalan 5 Türk oyuncunun da yabancılar seviyesinde olmaları gerekiyor. Bu baskı sonucu ise 4 büyükler dışında kalan takımlardaki Türk oyuncular azıcık parladıkları anda 4 büyüklerin radarlarına giriyorlar ve bu oyuncuların fiyatları astronomik seviyelere çıkıyor. Bizim şovmen başkanlarımız da gerek ego tatmini, gerekse gündemde kalmak için astronomik rakamlara bu futbolcuları alıyorlar. Tarihte örnekleri çok, Bülent Akın'a verilen 7m dolar, Ayhan'a 21 yaşında iken verilen 8,75m dolar, güncel örnekler ise Mehmet Topuz'a verilen 9m euro ve İsmail Köybaşı için verilen 6,5m euro artı 22 yaşında sağ bek ve ortasahaya iyi bir alternatif olabilecek Serdar Kurtuluş.

Brezilya Milli Takımı'nda Robinho'nun arkasında her maç oynayarak 2009 Konfederasyon Kupası'nı kaldırıp Milan, Inter, Roma, R.Madrid, Barcelona gibi takımların radarına giren bir Andre Santos 6m euro ederken 1989 doğumlu profesyonel olarak sadece 1 yıl oynamış bir futbolcu nasıl olur da 6,5m euro artı Serdar Kurtuluş eder? Türk futbolcuları iç pazarda bu kadar değerli kılan tek etken yabancı futbolcu kısıtlamasıdır...

Bazılarının savunduğu "yabancı kısıtlaması kalkarsa Türk futbolu zarar görür, Türk gençlerinin önü kesilir" tezine kısa bir yorum yapmak gerek bu aşamada. Avrupa'daki liglerde AB üyesi ülke futbolcuları yabancı kategorisinde sayılmıyorlar. Buna rağmen bazı ülkelerde hiç yabancı kısıtlaması yok, bazılarında da özel uygulamalar mevcut.

Mesela İngiltere'de AB üyesi dışından gelen futbolculara work permit çıkması için son 2 senede milli takımda belli bir oranda yer almış olmaları gerekiyor, ya da Portekiz'de, Brezilya ile olan bağlantılar sebebiyle Brezilyalı futbolcular yabancı sayılmıyor vb.

Bizde de yabancı kısıtlaması kalkarsa eğer yaşanacak olaylar silsilesine bir örnek; mevcut kadrolarda ilk 11 oynayan ve yetersiz görülen Türk futbolcuların yerine daha kaliteli ve daha verimli olacak yabancılar gelecek. ilk 11 oynamaya alışmış bu futbolcular yedekliği kaldıramayarak transfer olmak isteyecekler. Anadolu takımlarına pek gitmek istemeyecekleri için de kendilerine Avrupa'da takım arayacaklar. Bizim futbolcularımızda ve medyamızda çok ilginç bir yaklaşım var, Milan, Inter, R.Madrid, Man Utd vb takımlar dışındaki takımlar istiyorsa bizim oyuncularımızı, hem medyada hem futbolcuda "bu takıma gitmeye gerek yok" gibi bir yaklaşım oluşuyor. Rahatını bozmak istemeyen bu futbolcular Avrupa'ya gittiği zaman vizyonlarını genişletecekler, Avrupa Ligleri'nde oynayan Türk futbolcu sayısı artacak ve futbol çeşitliliğimiz artacak, kendilerini daha çok geliştirme şansı bulacaklar ki bu da Türk futbolunun yararına olacak uzun vadede.

Buna güzel bir örnek Çağdaş Atan'dır, Trabzonspor'da 2 sezon geçirdikten sonra Almanya'ya Energie Cottbus'a transfer oldu. Orada 1 sezon ilk 11 oynadıktan sonra da bu sezon İsviçre Ligi'nin en iyi takımı Basel'e transfer oldu ve yeni başlayan ligde ilk 11 oynamaya başladı. Oyuncularımız bu şekilde kendilerini hem kültürel anlamda hem de futbol anlamında geliştireceklerdir.

Türk futbolunun önündeki en büyük engellerden biri olan yabancı kısıtlamasının bir an önce kaldırılması dileğiyle...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Hanım ne derse o olur


Olaya sade bir basketbolsever olarak bakalım. Takımın en önemli parçalarından birinin gitmesi Orlando gibi güzel top oynayan bir takımı bozar ve bu bir basketbolsever açısından kötü bir durumdur. Bir akım Hidayet'in yerine hücumun viskozitesini yükseltecek Vince Carter' getirmişse.

Bir de Türk bir basketbolsever olarak olaya bakalım. Hidayet'in şampiyonluk yürüyüşü insanları gerçekten heyecanlandırmıştı. Orlando'yu terketse bile 2-3 sene için şampiyonluk adayı olması muhtemel Portland'a gitmesi son derece güzel olacaktı. Portland Toronto ile neredeyse aynı parayı veriyordu ve Brandon Roy gibi her topu oynayarak geçiren bir süper yıldız adayıyla berbaer Hidayet'i seyretmek şampiyonluk mücadelesi yapamasalar da çok güzel olacaktı.

Portland'ın NBA oyuncularına çok ters gelen bir yönü vardı. Küçük bir şehir olmasından öte, coğrafi açıdan diğer takımlara en uzak yer olduğundan bir Portland oyuncusunun çok uzun yolculuklara katlanması gerekiyordu. Bir de Hidayet'in hanımının Toronto'ya gidelim demesi gelince, Hidayet şu anda amaçsız geçecek sezonlar oynamaya yelken açtı. Toronto'da Kanada'da olması münasebetiyle NBA oyuncularının pek gitmek istemediği bir yer. O yüzden yumuşak Avrupalılardan oluşan bir takım kurdular ve iki sene işler iyi de gitti. 2010 yılında sözleşmesi biten Chris Bosh'un da durmayacağı düşünülürse önümüzdeki yıllar Toronto için erken bitmeye aday.

Kaan Kural ile yaptığım konuşmalarda(2006 civarı) Hidayet'in takım başarısı, kendini geliştirme gibi şeyleri çok fazla umursamadığını ve geldiği noktadan çok mutlu olduğunu söylemişti. O zamandan beri Hidayet değişti ve gelişti. Fakat yine geldiği noktadan ziyadesiyle tatmin olmuş ki Toronto gibi kimsenin çok umursamadığı, maçlarının ulusal televizyondan yayınlanmayacağı bir takıma gidiyor.

Umarım takımın amaçsızlığı, beş senelik kontratı yapmış ve 150 kiloya çıksa, hiç maça çıkmasa da bile bu parayı kesinlikle alacak olan Hidayet'i umarsızlığa itmez. Şu anda garanti kontratı katım, 5 sene daha NBA'deyim diyor ama yarın öbür gün ücret tavanında yer açmak için veya takasta maaşları dengelesin diye oradan oraya takas edilirse onun için hiç hoş olmaz.

7 Temmuz 2009 Salı

Transfer gündemi

Transfer sezonu Türkiye'de çok hareketli değil bu sene. Hala Mehmet Topuz transferini konuşuyorlar futbol programlarında. Türkiye'deki kulüpler futbolcuyu bir yatırım aracı değil de sansasyon aracı olarak kullandıkları için hem dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceği paralar teklif ediyorlar, hem de geri dönüşü olmayacak bonservis bedelleri veriyorlar.

Her halde hayatı boyunca tutarlılık, pazarlık yeteneği gibi şeylerden nasibini almamış Yıldırım Demirören parası neyse verelim kimsenin altında kalmayalım mantığıyla hareket edip Beşiktaş'ın parasını ortaya saçıyor. Delgado, Nobre gibi adamlara 2 milyon Euro'nun üstünde para veriyorsun, üstüne müzmin sakat Nihat için Villareal'in hayal bile etmediği bir para ödüyorsun, sanki bulunmaz Hint kumaşıymış gibi Ferrari'nin karısına televizyonlarda iş ayarlanacak diye haberlerin çıkıyor. Parayı şimdilik cebinden veriyorsun da hibe de etmiyorsun ki. Kimse çıkıp hesap da sormuyor, seçim zamanı geldiğinde kimsede meydana çıkacak güç bırakmıyorsun. Aynı siyasetteki gibi koltuğa bir oturan sittin sene bırakmıyor.

Galatasaray'ın geçen sene en önemli eksikliklerinden biri süratli futbolcusu olmamasıydı. Bir tek Baros vardı biraz. Şimdi Keita geldi. Süratli de şahsi futboluyla biraz saç baş yoldurtabilir. Bu arada 28 yaşında bir adam için 7 milyon Euro ödenir mi, kulüp Galatasaray olunca soru işareti. En kötü ihtimalle bir Meira şansı yaşar Galatasaray ve elinden çıkarabilir bir süre sonra. Daha güzeli tozu dumana katması olur. Ben futbolcunun değeri maksimumdayken elden çıkarmak gerektiğini düşünürüm. Bu konuşmalar farazi tabii.

Galatasaray'ın kadrosu geniş değil. Kenardan gelip oyunu değiştirecek, Arda, Kewell, Baros'u dinlendirecek adam pek yoktu geçen sene. Mehmet Güven girdi hep oyuna kenardan ve taraftarın her seferinde tepesi attı. Bu gidişat yine onu gösteriyor.

Fenerbahçe'ye gelince garip bir şekilde beklentiler ve hedefler küçültüldü sanki. Buna medya da uydu ve eski transfer bombaları çılgınlığı yaşanmıyor. Fenerbahçe'nin ne gibi bir planla hareket ettiğini pek kestiremiyorum. Sezon başlayınca göreceğiz ve genelde Daum takımları gibi fazla rotasyonsuz bir takım izlenecek.

Trabzonspor'a da Hugo Boss hayırlı olsun. Hani kimseyi bulamadık da bu adamı getirdik havası bundan iyi yaratılamazdı.

Müzikle motivasyon










Milliyet.com:

"Barcelona’da Şampiyonlar Ligi kupasını kazandıktan sonra sabaha kadar Morrissey ve The Smiths grubunun en çok sevdiği şarkılarını dinleyen Rijkaard, galibiyetlerin a
rdından coşkulu müzikler yerine slow türü tercih ediyor. Kazandığı maçlardan sonra genellikle Nirvaya’yı dinleyen Galatasaray’ın hocası, efsane grubun en çok, “Unplugged in New York” çalışmasını beğeniyor.

Galatasaraylı oyunculara müziğin motivasyon ve stresten arınma konusundaki önemini anlatacak olan Rijkaard’ın sarı-kırmızılılardan mutlaka bol bol müzik dinlemelerini isteyeceği belirtildi."

Haberi okuyunca bir Morrissey manyağı olarak gerçek bir Rijkaard taraftarı haline gelmiş bulunmaktayım, Galatasaray'da başarılı olsun olmasın.. Morrissey bir felsefedir, bir hayata bakıştır, bir düşünce insanıdır. Morrissey dinleyen adamın hali bir başka olur. Gerçi hangi Türk futbolcu Morrissey dinlemekten keyif alır, ya da hangisi Morrissey dinleyerek motive olur, o kısmını da hayal bile edemiyorum. Şu an aktif futbol oynayan futbolculardan Morrissey dinleyen varsa lütfen ses versin. Kendisiyle tanışmak için okyanus aşırı yolculuklara bile razı olurum.

Size Morrissey'den bir cümle:

"Obviously Madonna reinforces everything absurd and offensive... Madonna is closer to organised prostitution than anything else. I mean the music industry is obviously prostitution anyway but there are degrees."

Konumuz futbol olduğuna göre, Madonna yerine Real Madrid, music yerine de football kelimelerini koyun. Real Madrid'in bu son transfer çılgınlığı ve futbol piyasasını altüst edişi üzerine bu sözler çok anlamlı olacaktır..

Bu arada Sabri'yi Morrissey dinlerken hayal bile edemiyorum.


6 Temmuz 2009 Pazartesi

Marmara'nın Bodrum'u


Hafta sonu Marmara'nın Bodrum'u Çınarcık'taydım. Cumartesi sabahı çocuklu yaşlı yazlıkçıların olduğu bir güruh içinde deniz otobüsüne bindim. Garip bir şekilde ilk önce Bostancı'dan Yenikapı'ya gidiliyor, sonra Çınarcık'a yol alınıyordu.

Öğlen olduğunda varmıştık. Burası Marmara'nın diğer yazlık beldelerine oranla daha genç bir nufusa ve sağlam bir gece hayatına sahipti. Geride kalanlar son kez gittiğim yedi sene önceyle tıpatıp aynıydı. Bu süre zarfında belediye bırakın herhangi bir yapı inşasını, ne bir asfalt dökmüş ne de bir park bahçe düzenlemişti. Ak belediyecilik anlayışı Çınarcık'a pek uğramamıştı her halde. Depremden sonra neredeyse hiç yapılaşma olmadığını öğrendik, var olan yapılarda en ufak bi boya badana bile yapılmamıştı.

Deniz kalitesi ise ilk gün kötü, ikinci gün iyiydi. Hani ben bu denize girmem diyene karşı çok itiraz edilmezdi.

Şehir İstanbul dışına çıkıldığında hemen fark edildiği üzere ucuzdu. Ufak yerlerde işi tutturmak için kaliteli olmak gerekir, İstanbul'daki bazı yerlerdeki gibi göz doyurmalık porsiyonlar, malzemeden kısmalar ve hak edilmeyen fiyatları sunamazsınız.
Bu yüzden Çınarcık'a gideceklere Fırat Pide'yi öneriyorum. Lahmacun tam kıvamında. Vedat Milor yese o da beğenir.

Gecenin kapanışı Club Kio'daydı. Tıklım tıkış yoktu ve tam kıvamında bir doluluk vardı. İçkiler ucuzdu, mekan temiz ve düzenliydi. Klasikleşmiş olduğunu öğrendiğimiz kavgalardan biri yaşandı ama çabucak temizlendi. Müzik çok da iyi değildi, onun dışında her şey yerli yerindeydi. Çevre yerleşim yerlerinden de insanlar boşu boşuna oraya gelmiyordu. Bütçe de çok sarsılmayınca biraz alkol kafaları süper yapıyordu.

Çınarcık sevilecek bir yer fakat biraz düzene ihtiyacı var. 80lerde kalmış bir tatil beldesi görüntüsünden sıyrılırsa deniz otobüsüyle 1.5 saat uzaklıkta olan İstanbul'un halkı oraya akar. Şimdi ise sadece yazlıkçı ve yerlilerin mekanı.

Sneijder mi ?!?!

Bugün ofiste internette dolanırken gazetelerde "GS Sneijder'i bitirdi" haberlerini görünce bir an elim ayağım dolandı, sandalyeden fırlayıp coşkulu bir şekilde ofis içerisinde bağırarak koşasım geldi. Olursa "Haldun Üstünel Fairy Tale" olarak çocuklara masal niyetine anlatılabilecek bir hikaye olur. Real Madrid'in 2 sene önce 27m euro'ya aldığı bir adamı, sırf sansasyonel transfer yapabilme uğruna elinden çıkarmak için 10m euro seviyelerinde satma potansiyeli olması ve Galatasaray'ın mevcut ekonomik durumuna rağmen 9m euro civarında transfer yapabilme kapasitesi (bkz Kader Keita) bu transferi çok küçük de olsa bir nebze olası kılıyor ve beni çok ama çok heyecanlandırıyor.

Herşeye rağmen, Sneijder satılık listesine konmuş olsa bile Hollanda Milli Takımı'nın 10 numarası olarak ve Real Madrid'de ilk sezonunda gayet de başarılı bir sezon geçirdiği için (30 lig maçı / 9 gol) Sneijder'in gözünden bakıldığında Galatasaray'dan çok daha cazip olarak göreceği teklifler alacaktır. Gerçi Avrupa'da çok üst seviyede takımların çoğunda o bölgede bir ihtiyaç gözükmüyor fakat satılık listesindeki bir Sneijder'i bu kadar ucuza alma fırsatı varken hiçbir kulübün kendisini istememezlik edeceğini de düşünmüyorum.

Kendisinin 1984 doğumlu olduğunu da hesaba katarsak Türkiye'ye gelmesi hiç ama hiç gerçekçi durmuyor. Tabii ki Haldun Üstünel faktörünü de hesaba katmak lazım, ama kendisinin götürdüğü hiçbir transferin bitmeden önce basına sızmadığını da hesaba katarsak bu haberin de yalan olma potansiyelinin çok yüksek olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Bu arada gerçekten de Perez geldiğinden beri bütün Hollandalı'ları satacağını bağıra bağıra söylemesine rağmen hiçbirinin daha transfer yapmış olmaması da başka bir ilginç nokta. Robben, Van der Vaart, Sneijder, Huntelaar, Van Nistelrooy, Drenthe gibi futbolcuları Avrupa'da her takım kadrosunda görmek ister herhalde. Transfer piyasası çok sıcak, çok...




Şunları da eklemek isterim, Sneijder futbol piyasasına ilk çıktığı zamanlardan itibaren ideal playmaker olarak gördüğüm futbolcu tipine uyduğu için benim için çok özeldir. (http://netherlands.worldcupblog.org/1/wesley-sneijder-game-accelerator.html) Bu linkte belirtildiği gibi tam anlamıyla bir "game accelerator"dır kendisi. Uzaktan şut yeteneği Avrupa'da sayılı futbolcuda vardır, Hollanda'da yapılan bir ankette ülkenin en iyi frikik atan futbolcusu kim sorusunu seyirciler %70 ile açık ara Sneijder olarak cevaplandırmışlardır, biliğimiz tipik 10 numaralar gibi "hücumda var savunmada pasif" şeklinden çok farklı olarak ortasahada adam kovalamayı da sever, çok çabuktur ve oyunu yönlendirmeyi sever.

Aslında Barcelona'ya çok yakışırdı, ama bence kariyerinde basamakları bir bir çıkabilecekken hatalı bir hareketle Real Madrid'e transfer olmuştur. Real Madrid bir futbol takımı olmaktan uzak, gerçekten sansasyonların takımı olduğu için takım oyununu seven mütevazı Hollandalı'ya bu takımda yer yok. Umarım bir gün Barcelona'da oynama şansına erişir..

2 Temmuz 2009 Perşembe

GS bombayı patlattı!!!!


GS yaz sezonunun bombasını Lyon'dan söylenene göre 7m euro bonservis bedeli ve oyuncuya da yıllık 2.2m euro bedelle Kader Keita'yı kadrosuna katarak patlattı. 2007 senesi öncesinde Lille'de yıldızı parlayan Fildişi Sahilli futbolcuyu 2007 senesinde L'Pool, Milan, Man Utd da dahil olmak üzere birçok Avrupa takımı kadrosuna katmak isterken Lyon 16m euro bedelle transfer etmişti. Lyon'da aslında çok da forma şansı buldu, geçen sezon 20'nin üzerinde maç oynadı. 2 sene önce 16m euro bedelle transfer edilmiş ve oynadığı kulüpte forma şansı da bulabilmiş bir futbolcunun sadece 2 sene sonra 7m euro'ya transfer edilmesi bir başarıdır aslında. İşin ekonomik tarafına çok da girmeden bu transfer hakkında bir çift laf söylemem gerek.


Basında Baros'un yanına partner kim gelecek gibi haberler vardı, kimileri Owen'ı getirdi, kimileri Govou'yu getirdi.. Bu sırada GS yönetimi sağ gösterip sol vurdu, ismi basına hiç yansımamış bir futbolcuyla anlaştılar. Öncelikle lafım basına; Rijkaard'ın sistemi 4-3-3 olacak diye bas bas bağırıyorsunuz, peki o zaman hangi akla hizmet Baros'a partner kim gelecek diye yazıyorsunuz? Belli ki bu takım tek forvet oynayacak, kanatlarda da hücumcu kanat oyuncuları olacak. Owen'la da ilgilendiğini düşünüyorum GS'ın, fakat Owen tek forvetli bir sistemde uçta yalnız kalabilir, fiziği sebebiyle top saklamakta zorlanabilir. Kanatlarda da oynayamayacağından dolayı iyi bir alternatif olmayacaktı. Owen'la anlaşamadılar mı, yoksa bu sebepler vb. dolayısıyla mı bu transfer gerçekleşmedi bilemiyorum. Alternatif geçen isimlerden Govou ile heyecanlanmıştım ben aslında, çünkü 3lü hücum hattının her tarafında oynayabilecek bir isim kendisi, Rijkaard'ın da Barcelona'da oynattığı sistem bu idi. 3lü hücum hattında oynayanlar kendi aralarında çok rahat yer değiştirebiliyorlardı. Maça Eto'o önde, solda Ronaldinho sağda Messi başlıyorlar, dönem dönem Eto'o sola geliyordu Ronaldinho uca geçiyordu, dönem dönem de Messi uca geçip Eto'o sağa geçiyordu (soldaki taktik üzerinde ne demek istediğim anlaşılabilir). Bu rotasyon önemlidir, defansın aklını karıştırır, aynen bir dönem Danimarka'nın yaptığı gibi (kanatlarda Jorgensen - Rommedahl ikilisinin devamlı yer değiştirmesi).



GS çok iyi transfer yapmıştır, işin ekonomik tarafı çok başka. Daha ucuza bir futbolcu alınamaz mıydı, veya GS'ın çok mu parası var da 7m euro'luk transfer yapabiliyorlar, veya başka bildikleri birşeyler mi var ekonomik anlamda biz seyirci olarak bilemiyoruz bu detayları. Daha ekonomik bir futbolcu bu dönemde alınabilir miydi tarafını cevaplayabiliriz, bence opsiyon çoktu, ama Keita kadar etkili birisi alınabilir miydi bilemiyorum. Benim gönlümde Rijkaard'ın Barca altyapısından çıkardığı ve forma verdiği Giovanni Dos Santos vardı, Tottenham'a transfer olduktan sonra orada forma şansı bulamamıştı ve geçen sezon devre arasında Championship takımlarından Ipswich Town'a kiralanmıştı. Burada taraftarların sevgilisi oldu ve attığı gollerle takımın Premier League'e çıkmasında büyük katkı yaptı. Tottenham, onu Barcelona'dan 7m euro gibi bir bedelle almıştı 2008-2009 sezonu başında. Oynatmadıkları için bu fiyattan yükseğe satamazlardı aslında, Rijkaard faktörü sebebiyle de bu oyuncu getirilebilirdi diye düşünmüştüm medyada Giovani Dos Santos GS'a haberleri okuduğum zaman (Öyle Fanatik, Fotomaç haberi de değildi bu, İngiliz medyası dillendirmişti bu haberleri o dönemde).

Kader Keita çok hızlı, ayaklarına çok hakim bir oyuncu. Stili Ribery'i andırıyor. GS taraftarlarının sevgilisi olur adaptasyon sürecini atlatıp GS kariyerine iyi bir başlangıç yaparsa. Takım oyununa katkısı biraz zayıftır, ama 4-3-3 kanatlarında oynayan oyuncuların biraz bencil bir yapıya da sahip olmaları gerektiği de aşikardır. Kesinlikle çok faydalı olacak bir transfer...