21 Ocak 2010 Perşembe

Milangaz tribünü


Yıldırım Demirören'den memnun bir Beşiktaşlı var mıdır? Her halde yoktur. Özhan Canaydın'ı bile lise davasına savunanlar vardı. Ben daha kimseden "Başkanımızdır, saygı duymamız lazım" lafını bile duymadım.

Bir sürü Beşiktaşlı'dan dinlediğim hikaye; babasının kurduğu işleri de batırıyormuş, babası dur bi dakika, al sana para git Beşiktaş ile uğraş demiş. Sonuç ortada. Beşiktaş Lucescu-Bilgili döneminde bir ara yakaladığı önde giden takım olma halini bir daha yakalayamadı. Rakipleri kadar ufkunu genişletemedi, potansiyelini artıramadı.

Ay sonunda seçim var. Demirören'in rakibi Murat Aksu herkes tarafından kabul görecek, taraftarı heyecanlandıracak birisi olmaktan uzak. AKPli siyasetçi eski İçişleri Bakanı baba benim tanıdığım Beşiktaşlıların hoşuna gitmez bir sefer. Yaptıklarıyla babasının gölgesinden kurtulmuş bir isim de değil kendisi. Bir nevi Demirören gibi.

Fakat ne olursa olsun Yıldırım Demirören değiştirilmeli. Canaydın deneyiminden biliyorum ki bir noktaya gelirsin ki artık başkanın suratını bile görmeye dayanamazsın, taraftar olarak sinirin bozulur, o gidene kadar futbola küsersin.

Eğer Yıldırım Demirören yine seçilirse, rakibi ne kadar zayıf olursa olsun, Beşiktaş kongresi seçimlerde yenilgiye doymayıp halen aynı genel başkanı seçen parti kongreleri gibi olmuş demektir.

19 Ocak 2010 Salı

Zaman


"Su gibi akıp gitmiyorsa zaman, doğru yerde ve doğru kişilerle geçirmiyorsun demektir."

Ali Can Solak, 18.1.2010

18 Ocak 2010 Pazartesi

Piç


Valla ben de çoğu insan gibi Cristiano Ronaldo'dan nefret etmeyi çok seviyorum. Topu kaybedince, şutu üstten auta gidince, sert bir faule maruz kalıp yere kapaklanınca içim bir hoş oluyor. Hele hele Ronaldo'nun deplasman takımı oyuncusu olduğu 2 maça gitme mutluluğu yaşadım. Her topu ayağına aldığında yuhalamak çok zevkliydi.

Armani için çektirdiği fotoğraflar çok kötü fakat Ronaldo'yu yansıtmak konusunda çok başarılı olmuş. Böyle pislik, piçlik yapamadan duramayan bir adam Ronaldo.

Hafta sonu Athletic Bilbao tarftarı yerinde olmak isterdim. Hem takımın Real Madrid'i yeniyor, hem de Cristiano Ronaldo bir bok yapamıyor. İyi ki varsın Cristiano Ronaldo.

Kim vs. Nicole



Alkolü fazla kaçırdığın bir gecede, karanlık bir ortamda, Kim Kardashian'ı Nicole Scherzinger ile aldatıp farkına varmayabilir misin acaba? Bence olabilitesi çok yüksek.


17 Ocak 2010 Pazar

Dünya Kupası Motivasyonu

Ronaldinho, Milan'ın Siena'yı bugün 4-0 yendiği maçta yaptığı hat-trick ile birden gündeme oturdu. 2010 Dünya Kupası arifesinde onun da her futbolcuda olduğu gibi Güney Afrika'ya gitmek istemesi her halinden belli oluyor. Geçen seneki formsuzluğu ve Kaka ile olan birlikteliğin yarattığı "1. adam" sorununun da bu sene giderilmiş olması ve takımın hücum gücünün 1 numarasının Ronaldinho olması da formunun tekrar yükselmesinde etken tabii ki.


Dunga'nın 4-2-3-1'inde dönem dönem sağ açıkta görev alan Elano'yu nasıl etkiler Ronaldinho'nun bu formu önümüzdeki dönemde göreceğiz. Son 2 senedir Brezilya kadrosuna pek giriş yapamayan Ronaldinho, bu formuyla kadroya girerse çıkacak adamlardan birisi olabilir Elano, her ne kadar Dunga'nın Elano hayranlığı bilinse de medya baskısına ne kadar dayanabilir Dunga bilemiyorum. Umudum Ronaldinho'nun formunun, Elano'yu da biraz da silkeleyip kendine getirmesidir. Zaman herşeyin ilacı...

Alma Hakan Şükür'ün ahını, çıkar aheste aheste



Bu dünyada kimsenin yaptıkları yanına kalmaz. Yıllar geçse de üstünden, yaptıklarınızın cezasını bir şekilde çekersiniz. Kimsenin ahını almamak lazım. Özellikle Hakan Şükür'ün.

Juventus'un durumu ortada, şike skandalından sonra eski güçlerine dönemediler. Resimdeki Moggi'nin önderliğinde başlattıkları hassas organizasyon 2006'ta ortaya çıktı. Küme düşürüldüler, halen eski günlerinin mumla arıyorlar.

Lig TV'de gördüğüm İz Bırakanlar programında Hakan Şükür konuktu. Beklenildiği üzere ona atılan kazıklardan bahsetti program boyunca. Her an gözlerinin dolmasını bekledim. Ama bu olayları her fırsatta o kadar fazla dile getirmişti ki alışmış olmalıydı. Hani bu olayları Hakan Şükür'ün hep gittiği bakkala, kasaba, manava falan sorsanız onlar da her halde anlatırdı.

1999 yılında Juventus'a gerçekleşmeyen transferinden bahsetti Hakan Şükür. Galatasaray o ayrılmak istemese para kazanmak uğruna Juventus'un kollarına itmişti Hakan'ı. Juve İstanbul'dayken sana şu kadar para vereceğiz demişti Hakan'a, Torino'ya gittiğinde daha az paraya imza atacaksın, yoksa Esnaider'ı alırız diye tehdit etmişlerdi onu. Hakan da dimdik bir duruş sergilemiş, ceketini alıp gitmişti.

Bunu anlatırken sonrasında Hakan Şükür'ün ağzından şu cümle döküldü : O zaman çok ah etmiştim Moggi ve Juventus'a, zaten şu anda içinde buundukları durum da ortada.

İşte arkadaşlar, Juventus neden bu durumda sorusunun cevabı böyle. Hakan Şükür'ün dünya üzerinde ahını alan 9674942332 kişi de tehlike altında. Bir şeyler ters gidiyorsa Hakan Şükür ile herhangi bir şekilde iletişim kurmuş olabilir misiniz bir düşünün. Belki de kaçırdığı goller sonrası çok ağır hakaret etmişsinizdir, bence en iyisi bir tövbe edin.

Gündemden karışık


- Alişan'ın neden dünkü törenlerde konser vermediği ortaya çıktı. Unutmuşuz, Tepecikspor'un Antalya kampındaymış Alişan. Hatta morali bozukmuş, lisansı iptal edildi diye. Tahkim Kurulu'na başvuracakmış, avukatı her halde idmandaki çift kalenin videosunu gösterecek, bak Alişan da diğerleri kadar oynuyor diye.

Askerden kaçmayı istemek doğal da yani nasıl böyle bir şeyin ortaya çıkmayacağını düşünür insan. Ah be Alişan, Mahsun, Özcan hepsi adam oldu, bir tek sen halen yerinde sayıyorsun.

- Naklen yayın ihalesinden sonraki haberlerden gına geldi. Bak Almanya'da şu kadar alıyorlar, İtalya'da şu kadar, geçen sene şampiyon olan şu kadar aldı, bir dahaki sene şu kadar alınacak. Bazı haberleri okursun, sonra aklında hiç bir şey kalmaz ya işte öyle. Bu işten ancak futbolcular karlı çıkar. Süper Lig'in kalitesi yükselir beklentisi boş, bu paralar sahada oynana futbolu çok etkilemez, başkalarının cebine gider, hiç merak etmeyelim.

- Bu arada futbolcuların "Hepimiz bu işten ekmek yiyoruz," lafı vardır ya, rahatsız oluyorum. "Hepimiz bu işten havyar yiyoruz," falan demek daha uygun. Ben kendi maaşımla ekmek yiyorsam onların farklı bir tabir kullanması lazım.

- Gazetede bir inşaat firmasıyla Dubai'de yaptıkları işler ile ilgili haber vardı. Gördüğünüz gibi şirket adı verip reklam yapmıyoruz. Bunlar Koreli birilerini de çalıştırıyorlarmış, bir gün şantiyenin bekçi köpeği ortadan kaybolmuş. Durumu anlarsınız işte.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Prof. Dr. Hakan Ünsal: Gereksiz bir ameliyat

Baros'un sakatlığının tekrarlamaması adına Bayern Münih doktoru ünlü Wohlfahrt'ın, Baros'un ayağına platin takması üzerine...

Pes artık Baros-Gökhan en doğru transfer

Hürriyet gazatesi ile ilgili bütün Galatasaray taraftarlarının kanısı ortak. Baş Galatasaray yazarının küçük hakan ünsal olduğu bir gazeteden bahsediyoruz. Bu ülkede tecavüzcüsüyle evlendirilip onlarla yaşayan kadınlar var. Bu küçüğün Galatarasay'a olan kini bir türlü bitmek bilmedi. Sanki Galatasaray ailesini gaz odasına soktu, onu da zamanında kadro dışı bırakmakla yetinmedi, teker teker tırnaklarını çekti, kafasını kazıtıp şıp şıp su damlattı(bkz.Çin İşkencesi)

Geçenlerde Bülent Timurlenk'in yazdığı bir Sabri yazısına gelen yoruma bayılmıştım. Yorumu yazan arkadaş hayatta onu en çok mutlu edecek olaylardan birisini bir gün Galatasaray başkanı olup ertesi gün ilk iş olarak Sabri'yi takımdan kovması olarak yazmıştı. Böyle bir şeyi yapma şansım olsa ben de çok mutlu olurdum. Gerçi son zamanlarda eskisi kadar saç baş yoldurmuyor sanki.

Buna benzer beni mutlu edecek başka bir olayı da şimdi dile getiriyorum. Galatasaray taraftarının yeni stadın açılışında Arsenal ile oynamak ve hatta 2000 senesindeki kadroların da sahaya çıkıp bir gösteri maçı yapması fantezisi vardır. Malum oyuncu-yönetenler sürtüşmeleri nedeniyle gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir olaydır ama her neyse. İşte o organizasyona Hakan Ünsal da çağırılacak ve oyuncular tanıtılırken adı okunduğunda bütün stad onu ıslıklayacak ve aralarda ana avrat küfürler de duyulacak. küçük de mosmor olacak ve gazetesine dönüp satılmış yazılarına devam edecek.

Şimdi gelelim bugünkü Hürriyet spor sayfası manşetlerine. Sol tarafta "Pes artık Baros", sağ tarafta "Gökhan en doğru transfer".

Gökhan Ünal bir buçuk sene Trabzon'da oynadı ve tutunamadı, formda oldu mu hiç bu dönemde hatırlayan var mı. Trabzon Fenerbahçe'den daha üst düzeyde veya eşit düzeyde bir takım mı, hayır. Görüşünü aldıkları kişiler şu kanaate varmış: Gökhan Fenerbahçe'yi uçurur. Real Madrid'den mi geliyor Gökhan, orada uyum sağlayamadı da şans bulamadı mı? Benzema ile falan mı karıştırıldı Gökhan. Veya bedavaya mı geldi, bonservisine 3.5 milyon Euro para verilmiş, değil mi?

Gökhan Ünal Fenerbahçe'de başarılı olabilir, bu fikirleri belirtenler haklı çıkabilir. Ama bir de yan sayfadaki Baros manşetini yan yana koyalım, art niyet yoktur diyebilir miyiz? Baros tekrar sakatlanmayayım diye tedavisi bitmesine rağmen gitmiş bir daha platin koydurmuş ayağına, böylece sahalara dönüşünü 2 ay geciktirmiş. Baros muayene olurken odada sadece Hürriyet muhabirleri mi varmış, zaten garanti paramı alıyorum oynasam ne olur oynamasam mı olur demiş Baros.
Bir de küçük hakandan yorum almışlar Baros hakkında. Şıracını şahidi bozacı.

Fenerbahçe Galatasaray'dan bir puan önde, ikisi de Avrupa Ligi gruplarınında birinci gelmiş, ikisi de gerekli gördükleri bir transferi yapmışlar. Galatasaray 10 puan geride olsa, Avrupa'dan elenmiş olsa anlayacağım, alttakine bir tekme de biz atalım mantığıyla haber yapmayı.

Nedir yani bu taraflılık?

Kültür başkenti


Müjdeler olsun, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür başkenti olması nedeniyle etkinlikler bugün başlıyor. Ben bile bugünün şerefine saçlarımı kestirdim, yeni bir başlangıç yapıyorum.

Taksim'de Tarkan, Pendik'te Kıraç, Bağcılar'da Zara sahne alıyor. Aslında bu konserler dizisi Cihangir'de Bülent Ortaçgil, Etiler'de Arto, İstanbul'un değişik varoş muhitlerinde Nihat Doğan, İzzet Yıldızhan, Alişan, vs. ile devam etmeliydi. Her halde önümüzdeki haftalara sarktı. Bir de Anadolu Ateşi'ni programda göremedim, bir yanlışlık oldu galiba.

Bu büyük etkinliklerin haberleri eminim yarın öbür gün New York Times, The Guardian, Le Figaro, El Pais gibi ülkelerinin en önemli gazetelerinde çıkacak ve kültür başkentliği şerefine İstanbul'a turist akacak.

Devletin elinde olunca bu tanıtım işleri her zaman öyle felaketler yaşanıyor. THY'nin reklamında oynatmak üzere Kevin Costner'ı seçmesi gibi işte. Ya hiç sansasyon yaratılamıyor, ya da yapılan işler komik kaçıyor.

Bu haber etkinlikler her yerde haber olsun istenir değil mi, yanlış mı düşünüyorum acaba? Getir Beyonce'yi Taksim meydanına haber olsun, veya kültür turizmi için gelen kitleyi mi hedefliyorsun, getir dünyaca ünlü tenorların hepsini bir araya, öyle bir start ver. Her zaman kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. Yani bunu da bak halka bedava eğlence sağladık, hem sahneye çıkar yarım saat konuşup propaganda yaparız diye düşünüyorsa Kültür Bakanı, Belediye Başkanı, vs. yazıklar olsun.

14 Ocak 2010 Perşembe

Rijkaard, Neill ve Neeskens

2006 Dünya Kupası'nda Hırvatistan ve Japonya'nın önünde gruptan çıkmayı başaran Avustralya'nın önemli iki yıldızı Kewell ve Neill'ın yolu böylece İstanbul'da kesişmiş oldu. 2006 Dünya Kupası performansı sonrası Avrupa'nın gözde kulüplerinin listesine de giren Neill ise 4 yıl sonra Rijkaard ve Neeskens ile çalışma şerefine nail olacak. O döneme göre tek dezavantajı ise 31 yaşına basmış olması. Barcelona, o dönemde Thuram veya Zambrotta'yı alamamış olsa, Neill belki de şu anda dünyanın en iyi sağ beklerinden birisi olarak anılıyor olacaktı, kim bilir...




Asıl ihtiyaç duyduğu mevki olan stoper pozisyonuna sağ bekten devşirilmiş bir defans oyuncusunu alan Galatasaray'ın ne kadar iyi iş yaptığını zaman gösterecek. O bölgeye transferin şart olduğu aşikardı. Neill, yaşı geçmeye yüz tutmuş bir adam olarak gözükse de Galatasaray bana göre kumar oynamadı. 2010 Dünya Kupası'na hazır gitmek istemesi sebebiyle yüksek motivasyona sahip olması, Kewell ile birbirlerini yıllardır tanıyor olmaları ve adaptasyonunun hızlı olacak olması, sert futboluyla takım savunmasını biraz daha agresifleştirip takımı ateşleyebilme özelliği olması ve Kewell gibi Avustralya için bir futbol efsanesi olarak görülen bir adam varken milli takım kaptanlığı yapabilecek lider kişiliğinin olması sebebiyle Galatasaray kısa vadede günü kurtaracak hareketi yapmış gibi gözüküyor.



Kewell ve Baros'un kısa süreli yokluğunu giderecek ve bana göre Galatasaray'ın mevcut sistemi için gelecek 10 yılını kurtarabilecek potansiyele sahip olan Sercan Yıldırım'ı da bir şekilde kadroya katabiliyor olması gerekiyor ki bu tamamen farklı bir yazı konusu. Buna da değineceğim yakında...


Lucas Neill


Dünya'nın en kazma stoperi Gökhan Zan'a yarım sene bel bağlamak da neydi yahu? Galatasaray sezon başı yapması gereken stoper transferini yaptı ve en başta marshmellow kıvamındaki savunmasına sertlik kattı. Fotoğraftaki bakıştan da apaçık anlaşılıyot.

Bu arada Popescu'dan beri süregelen geriden oyun kuran savunma oyuncusu hikayesi yine sürecek. Kimseden Popescu gibi defanstan top çıkartsın, Puyol gib top kessin, Vidic gibi hava hakimiyeti olsun bekleyemezsiniz. Bunların hepsini birlikte barındıran defans oyuncusu yoktur. Önemli olan hepsini yeterli düzeyde yapabilmesidir. Defans oyuncusu ne kadar iyi olursa olsun savunmayı sağlam yapan bütün takımdır. 2003-2004 sezonu Galatasaray'da Frank de Boer yerine Popescu olsaydı bugün Popescu böyle anılmazdı.

Galatasaray bu transferle önemli bir adım attı. Fakat orta sahanın göbeğindeki sorun devam ediyor. Onu gidermek bir sonraki seneye kalacak.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Efes Pilsen Top 16'da


Efes Pilsen zxar zor Top 16'ya kaldı. Malaga Rytas'i yenmese iki sene üst üste top 16'ya kalınamamış olacak ve Ergin Ataman'ın kellesi uçacaktı. Şimdi Malaga üstüne düşeni yaptı diye Ataman'a verilen şans devam edecek. Bu takımı Oktay Mahmudi biraz toparlardı.

Ergin Ataman'ın Siena başındayken zar zor son maç 45 sayı fark atıp top 16'ya kaldığı, sonra da Final Four yaptığı bir sezon vardır. Böyle bir umudu olacak Efes'in.

Rotasyonun oturması ve saçma sapan beşlerle sahada bulunulmaması şart. Mümkün olsa da bir point guard alınabilse. Rakocevic topu eline aldığında 1e 5 oynamasa. Kasun biraz aşka gelip kafası başka yerlerde olmasa. Nachbar şutlansa. Sinan Güler'i point guarda koyup çocuğa yazık edilmese. Maç içinde Türk milli takımı gibi büyük düşüşler yaşanmasa.

Gördüğünüz gibi çok fazla şart var Efes'in önünde başarı için. Her halde bu 10 maç kadar kötü sonuçlar almaz bu takım.

Sol Campbell Arsenal'de


Wenger 13 yıllık Arsenal kariyerinde ilk kez bir oyuncuyu geri alıyor takımına. Her sene kadrosunu daha genişletmesi ve kalitesini artırması gerekirken daraltan Wenger Silvestre'den sonra bir eski topraktan daha medet umuyor.

En son fiziksel hali her halde fotodaki gibi değildir Sol'un. Yoksa almazdı takıma Wenger.

Sol'un Martina Hingis ile yaşadığı bir birliktelik vardı geçmişte, pek yakıştıramamıştık doğrusu onu Martina'ya. Şimdilerde nişanlıymış, Martina sonrası çıtayı düşürmüş tabi.

12 Ocak 2010 Salı

Futbol fena halde hayata benzer


Afrika Kupası'nda 3 gün geçti. Daha Togo'ya saldırı haberleri dönerken turnuva başlangıcı fark edilmemişti ki ilk maçın skoru herkesin dikkatini turnuvaya çekti.

4-0'dan bir maç 4-4 olacak deseler her halde Afrika Kupası'nda olur derdim. Yaklaşık on sene önce de bir maç hatırlıyorum Afrika Kupası'nda son beş dakika 4-1'den 4-4'e gelmişti.

Afrikalılar böyle işte, istikrarı heceleyemezler bile, iyileri ve kötüleri arasındaki fark dağlar kadardır ve ikisi arasındaki zaman dilimi ufacıktır. Beşiktaşlı Ernst ne ise onlar 180 derece tersidir. Onlarla zaman geçirmek çok zevklidir, kendileriyle de dalga geçerler ama ipleriyle kuyuya inilmez. Düşünüyorum da istisnalar da var. Essien gibi, ama genellemelere devam edelim.

Sonra Madonna'nın neden o kadar Afrika ülkesi varken gidip Malawili bir çocuğu evlat edindiğini anladım ikinci gün. Cezayir'i 3-0 yenen Malawi'de 2007-2008 sezonunun Adidas kreasyonu formalar vardı. Her halde bu tip formayı dünya üzerinde giyen kalmamış olmalıydı. 3 senedir yıkaya yıkaya aynı formayı giyiyorlardı ve velev ki birileri formalarını çalsa, her halde karşı takımın deplasman formasıyla çıkmak zorunda kalacaklardı, formalarının yedeği yoktu çünkü. "Parasızlığın gözü kör olsun," dedim.

O maçta dikkatimi çeken tribünlerde bir kişinin ile olmamasıydı. Daha sonra 100 kişi olduğunu duydum, onlar da artık oyuncuların ana, babası, eşi, kardeşi falandı.

Acaba maçların bilet fiyatları nedir diye merak ettim, turnuvanın resmi sitesini googleladım çıkmadı bile, wikipedia vasıtasıyla buldum, sitede bir bok yoktu tabi. Mçlardan fotoğraf bile yoktu, bir tek Angola maçından bir şeyler çekmişler.

Bol gollü, defanssız, passız, kollektif uyumsuz, kalecilerin elinden sürekli top kaçırdığı bir turnuva bekliyorum. Gerçekte Afrikalılar neyse oynadıkları top da o. Bu yüzden futol hayatın aynası zaten...

Didier


Yeşil sahalarda kimseye öyle çok fazla hayran olmam. Futbolcuya olan sevgim ve hayranlığım onun formda oluşuna bağlıdır. Başkaları daha çok sever, kötü oynadığında bile hayran olduğu futbolcuya toz kondurmaz.

Son yılarda futbolcu olarak birisine hayran olunacaksa en başta bence Drogba gelir. Defans oyuncusu veya kaleci olsam her halde Drogba rüyama girer ve beni sahada çok kötü durumlara düşürürdü. Messi çalımlar "Messi bu ne yapayım" dersin, ama Drogba öyle değil. Koşuya başlamasıyla rakip takım taraftarları ayak seslerini duyduğunu hisseder. Sahadaki duruşundan başlayarak kendini eksik hissedersin, gücüyle senin zayıflığını gözler önüne serer.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Orda bir köy var uzakta


Vizyonel başkan Yıldırım Demirören, yine vizyonel bir hamleyle Bulgaristan'dan kulüp satın almaya karar vermiş. Haberin linki aşağıda;

http://www.sporx.com/futbol/superlig/179534/?takim=102&ref=AOBTSLM

Bir Hürriyet haberi olduğu için içeriğinden şüphelenme ihtiyacı duyuyorum, ama eğer içeriği doğruysa, kendisi Beşiktaş taraftarının meşhur "Yıldırım Demirören Yeeeteeeeeer" tezahüratını yine hak edecek bir hareket içerisine giriyor demektir; 150 bin nüfuslu şehrin Bulgaristan 1. Ligi'nde oynayan 650 bin euro'luk kulübünde, yılda 2 milyon euro civarında kazanan Delgado'yu, Tabata'yı, Zapotocny'i veya Fink'i oynatmayı düşündüğü için.

Bence de Delgado'nun biraz daha pişip Beşiktaş'ta oynayabilecek seviyeye gelmesi için oynayabileceği bir takım gerekiyordu, bu hamle iyi oldu...

Yeri gelmişken şaka bir yana şunu söylemek lazım; 3 büyük takımın, gurbetçi futbolcu kaynağı olan Almanya'da yıllardır bir pilot takımla anlaşıp Almanya'daki Türk piyasasına nasıl hakim olmaya çalışmadıklarını da anlayamıyorum. Özellikle de Türkiye'de yabancı kısıtlaması sonucu uçuk fiyatlara "kakalanmaya" çalışan futbolcular varken..

Vaka-i Turan

Türkiye'de futbolun, yöneticilik mantalitesi açısından yıllardır bir arpa boyu ilerlemediğinin göstergesidir bu olay. Bosman kanunlarını hala içselleştiremediğimizin tanımıdır.


31 Mayıs'ta kontratı biten futbolcu, 1 Ocak itibariyle "resmi" olarak diğer takımlarla görüşme hakkı kazanıyor. Bütün CM'ciler bilir, en karlı transfer "free transfer" olarak bilinen kontratı sezon sonunda biten futbolcudur. Bedavaya alırsın, bir süre oynatıp bonservisi ile satabilirsin. Galatasaray, yönetim değişikliği sonrası Bosman kanununun farkında olan insanları bünyesine katmış olacak ki son birkaç yıldır bu avantajı kullanıyorlar. Kewell, Mustafa Sarp, Gökhan Zan... Bu bilinçte, zamanında en değerli oldukları dönemde Okan Buruk ve Emre Belözoğlu'nu bedavaya Inter'e kaptırmanın etkisi de vardır tabii ki.

Benzer bir girişimi Ali Turan için de başlatmıştı Galatasaray yöneticileri. Kayserispor kaptanının kontratının sezon sonunda bitecek olması, henüz kontratını yenilememiş olması ve GS'ın acil stoper ihtiyacı sebebiyle devre arasında ucuza kapatmayı hedeflemişlerdi. Kayserispor ise Gökhan Ünal-Mehmet Topuz olayından kalma hassasiyetle bu olayı da büyüttü, kendi hatalarını başka kulüpleri suçlayarak örtbas etmeye
çalıştılar. Bu kadar değerli idi ise Ali Turan, neden yeni kontrat önerilmedi zamanında? Bu işi namus meselesine dönüştürmenin çok anlamı yok.

Aslında sorunun temel kaynağı, bizim oryantalist zihniyetimizin profesyonellik anlayışımıza etkisidir. Ali Turan için "Ali Turan'ı, Ali Turan yapan Kayseri'ye ihanet etti" gibi yaklaşımlarda bulunacaktı çok insan, medya üzerine gelecekti Ali Turan'ın. Kariyerini bu dava uğruna feda eden, şu an futbolcuların yıllık 10m euro seviyesinde para kazanmalarını sağlayan, fakat kendisi parasızlıktan sürünen Bosman, yıllarca futbolcular için bu hakkı kazanmak için savaşmadı mı mahkemelerde.



Kimse futbolcumuzu ayartıyorlar, ayıp ediyorlar diye çıkmasın piyasaya, çünkü kontratı biten futbolcunun her kulüple görüşme ve anlaşma hakkı vardır. Futbolcu ocak ayı itibariyle bir kulüple anlaştıktan sonra o futbolcuyu takıma ihanet etti diye A2 takımına yollamak ise bizim amatör zihniyetimizi, ilerleyemediğimizi gösteriyor.

Güncel bir örnek olması açısından; 16 yaşında Arsene Wenger tarafından Barcelona altyapısından, Fabregas örneğindeki gibi Arsenal genç takımına kazandırılan Fran Merida, tam da A takımla maçlara çıkmaya başladığı dönemde sezon sonu kontratı bitmesi sebebiyle Bosman kuralı dahilinde Atletico Madrid ile anlaştı. İngiliz medyasını çok yakından takip eden biri değilim, fakat bu olaya özel olarak Arsene Wenger'in futbolcuya sezon sonuna kadar olan yaklaşımını takip etmekte fayda var. Sadece mantalitelerimizi karşılaştırmak ve daha ne kadar çok yol almamız gerektiğini görmek açısından.

5 Ocak 2010 Salı

Soğuk havalar



Leeds maçı sonrası Manchester United televizyonununda telefonla canlı yayına katılan bir genç 'Yeterince iyi değiliz, menajeri değştirmeliyiz,' demiş. Sıkıysa Ferguson'un yüzüne söyleseydi bunu. Hayatımızda duyamayacağımız küfürler işitirdi Ferguson'dan.

Basınla ve hakemlerle ilişkisinde Fatih Terim'den farkı yoktur Ferguson'un, ikisi de mağlubiyete katlanamaz, nezaketini koruyamaz, hemen boku bir yerlere atar. Fatih Terim'i hakkıyla eleştirenler hep istikrar abidesi sıfatıyla Ferguson'ı klişe klişe över.

Fakat havalar bu sefer gerçekten bir daha ısınmayabilir Manchester'da. Endüstriyel futbolun ağababası yıkılmaz dev Manchester büyük borç batağında. Yaşlanmış kadroyu değiştirmek ve yetenek noksanlığını gidermek için ellerinde kaynak yok.

Ama çıkış yolu her zaman var, sonuçta United markası halen çok güçlü ve bu borcun altına girip onu yeni oyuncağı yapmak isteyecek bir sürü insan bulunur bu dünyada. En azından kendi parasıyla veya baba parasıyla yapar birileri bunu.

Hoşgeldin Ahmet


Hani dişine et parçası takılır böyle lifli ufak kemikli çıkaramazsın uyuz olursun ya, Türk futbolundan onun gibi çok nefret figürü geçti bugüne kadar.

Jet Fadıl ve Cem Uzan bunların arasında aklıma ilk gelenler. Ondan sonra belediye kulüpleri modası çıktı, belediye parasıyla İ.Melih her sene 20 tene adam aldı Ankaraspor'a. Kendisi yetmemiş gibi bir de oğlunu sundu piyasaya. Gıcır gıcır genç bir gıcık.

Sarı lacivert kravatları, atkılarıyla zırt pırt basın toplantısı yaptı. Ankaraspor ile Ankaragücü'nün birleşmesinden doğacak güçten halkın ne kadar çekindiğinden bahsetti, büyük transferler yapacağını söyledi ve gelen gelmeyenlerle kısa deyişle espri konusu oldu.

Ahmet kardeşimiz, bizim yaşlarımızda, CM-FM kuşağından kendisi. Her aklı selim düzgün insan gibi davranmasını beklemiyorum kendisinden, ama insanın bir noktaya geldiğinde hak ederek gelmesi gerektiğini her halde kendisi de kabul eder. Onla konuşma şansım olsa bir dahaki sefere yeni teknik direktör getirme, al yanına idman yaptıracak bir antrenör, birkaç idman bilimi, tekniği kitabı da sen oku, geç takımın başına derdim.

Nasıl olsa daha yeni kongre olmuş, her halde "reklamın kötüsü iyisi olmaz, Ankaragücü'nün İngiltere'de bile Vassell, Geremi, vs. haberleriyle hep ismi duyuluyor" diyerek kimse itiraz etmemiş. Babanın götürdüğü paralar+makamı+belediye parası+kukla şakşakçılar topluluğu vasıtasıyla edindiğin oyuncağını istediğin gibi kulla, git duvara tosla.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

13 Ağustos 2009 Perşembe

Hayat Biter Transfer Bitmez

Adnan Polat dün bir basın açıklaması yapmış. Kendisi "...Biz bunu dört seneye böldük. Toplasanız senelik 5,5 milyon Avro ediyor..." diyor basın açıklamasının bir kısmında.

Anlayamadığım bir nokta var, eğer önümüzdeki 4 sene boyunca GS hiç transfer yapmayacaksa yıllık 5,5 milyon Avro transfer için çok büyük para değil. 4 senelik periyot içerisinde GS futbolcu satarak önümüzdeki dönemde yapacağı transferlere bütçe hazırlayacaksa da problem yok, fakat oyuncu satmadan bu kadar borç içinde bu transferler yapılıyorsa ve "hayat biter transfer bitmez" mantığı ile yapılacaksa vay GS'ın haline diyorum.


Türkiye çok ilginç bir ülke. Arkadaşlarla onu konuşuyorduk, Almanya GSMH'sının %50si düzeyinde tüketim yaparken Türkiye'de bu oran %113 seviyelerinde. Devamlı borçlanarak ekonomi nereye kadar gider, bir yerde patlayacaktır. GS'ın durumu da Türkiye'nin durumundan çok farklı değil, tabii bilmediğimiz bir yerlerden geri dönüşü olmayacak finansman sağlamıyorlarsa. Çok uzak değil, yaklaşık 3-4 sene önce TV'de para dilenen bir kulüp o kadar kısa sürelerde Inamoto'dan Elano'ya, Ali Lukunku'dan Baros'a nasıl terfi etti, bu transferleri yapabilecek seviyeye nasıl geldi? Eğer bunlar borç arttırılmadan yapılabiliyorsa bu yönetimin başarısıdır, eğer borç artıyorsa GS'ın geleceğine ihanet eden bir yönetim baştadır, aynen Mehmet Cansun yönetimi gibi. Bu adamlar başarının yatırımdan geçtiğini, vizyonel transferle başarının geleceğini söylerler ama harcadıkları parayı nereden karşılayacakları konusunda hiçbir fikirleri yoktur.

GS'ın kadrosu muhteşem oldu, umuyorum ki takıma ve Rijkaard'a sabır gösterilir. İlk fırsatta "Rijkaard istifa etmeli", "bu takıma transfer şart" naraları atılmaz ve bir Avrupa Kupası daha getirir Türkiye'ye GS, fakat bunlar dışındaki en büyük dileğim de bu yönetimin de önceki yönetimler gibi aynı hatalara düşmediği ve GS'ı daha da borç batağına sürüklemediğidir.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Looking For Eric


Trailer'ını askerdeyken izlemiştim Aralık ayında, bir an önce filmin bitmesini bekliyordum. Gerçi hala izleyemedim ama usta yine büyük bir iş başarmış gibi duruyor. My Name is Joe filmiyle futbolun amatör ruhunu güzel bir dram ile izleyiciye sunan Ken Loach yeni filminde de benzer bir konu işlemiş gibi duruyor, fakat futbolseverler için kült bir ismi de filme katarak: Uçan Tekme Cantona!!!!

Hayatı alt üst olma yönünde ilerleyen bir fanatik Man Utd taraftarının kahramanı Cantona ile tanışması! ve hayatının değişmesi.. En yakın zamanda izleyeceğim.


Trailer linki aşağıda, trailer'daki aşağıdaki diyaloga dikkat..
Steve: Sometimes I forget you're just a man..
Cantona: I am not a man, I am Cantona!!

http://www.youtube.com/watch?v=mDiAvn_CC08

4 Ağustos 2009 Salı

GS Analizi

GS'ın bu sene maşallahı var, transfere doymuyorlar. Adnan Polat "Ömür biter, transfer bitmez" diyor, Rijkaard "İdeal kadro 25, fazlasıyla çalışmam" diyor, kadroda 35 futbolcu var.

Necati "verin alacaklarımı, 500.000 euromu, serbest kalayım" diyor, GS yönetimi tahminen Necati'yi daha fazla paraya satabilmek adına alacaklarını yatırıyor, Necati'nin GS kadrosunda kalmasını sağlıyorlar. 1 senelik kontratı kalmış, 30 yaşında ve 3 senedir doğru düzgün futbol oynamamış bir futbolcuyu 500.000 euro'dan daha fazla paraya satmak hayalden öteye gidemez.

Bir taraftan bir forvetle anlaştık yakında duyuracağız deniyor, öbür taraftan Aurelio geldi gelecek deniyor.


Sezon öncesi FB analizi, ardından BJK analizi yapmıştım, fakat bütün bu belirsizlik sonucu heyecanla yazmak istediğim GS analizimi bekletiyorum bir süre daha..

31 Temmuz 2009 Cuma

"Guiza Fener'in adamı değil!!!!!!"

Guiza'ya yazılı ve görsel basın geçen sezon çok eleştiri yaptı, Fenerbahçe gibi bir takıma az geldiğini, bu kalibrede bir futbolcu olmadığını yazıp çizdiler, hatta yok pahasına bile olsa bu futbolcudan kurtulunması gerektiğini söyleyenler bile oldu. Ben geçen sezon da çok söyledim, ayağa top oynamaya çalışıp ileri gitmeye çalışan fakat ileride çoğalamayan bir takımın oyuncusu olarak Guiza ileride çok yalnız kaldı. Kanatlardan yeterli ortayı alamadı, ortasahadan yeterli destek alamadı, tek forvet oynadığı için de çok yalnız kaldı ve ileride tek başına didinip durdu.

Ayağa top oynayarak ileriye doğru çıkmaya çalışan takımların en büyük özelliği oyunu 80m'lik bir bölgede oynarlar, oyunu geriden kurmaya çalıştıkları için. Bu çok ciddi kondisyon ile beraber çok teknik bir ortasahaya sahip olmayı gerektirir. Fenerbahçe'de bu iki öğe de olmadığı için Guiza ileride top alabilmek için hem rakiple çok boğuştu, hem de boş alanlara çok kaçmaya çalıştı. Bu da kendisinin çok yorulması anlamına geliyor. Çok gol kaçırdı diye eleştirenler oldu, fakat Guiza'nın maç içerisinde ne kadar yorulduğunu kimse hesaba katmıyor. Tabii nefesini ayarlamak da futbolcunun tecrübeyle orantılı olarak görevidir fakat futbol oynayanlar bilirler, ne kadar yorulmuşsan bacaklarına hakimiyetin de o ölçüde azalır. Dolayısıyla pozisyona girebiliyor olması bile kalitesinin göstergesidir.

Guiza gibi mücadeleci futbolcuların özellikleri en iyi ya uyumlu olacağı bir forvet partneriyle ortaya çıkar, ya da oyunu rakip yarısahaya presle yıkan takımlarda ortaya çıkar. Daum'un sisteminde Guiza Türkiye Süper Ligi'nin gol kralı olmaya aday futbolcusudur. Daum direkt oynamayı ve kanatlardan hücum yapmayı seven bir anlayışı benimsediği için Guiza büyük oranda karambol pozisyonlardan çok gol atacaktır bu sezon.

Nobre'nin devre arasında Fenerbahçe'ye geldiği dönemde Fenerbahçe şu an oynamaya çalıştıkları sistemin benzerini ve belki de biraz daha iddialısını oynuyorlardı. Kanatlarda Serhat ve Tuncay, forvette Nobre van Hooijdonk ve arkalarında Alex ile oynamak büyük bir cesaret, ama ileri şişirilip yoğun presle topun rakip yarısahada kalmasını sağlayarak büyük oranda karambol olmak üzere çok pozisyona girebiliyorlardı ve Nobre de mücadeleci özelliği ile karambollerden çok gol buluyordu.

Nobre'ye stil olarak yakın, fakat daha teknik ve pozisyon sezgisi daha kuvvetli Guiza ise o sene Nobre'nin üstlendiği rolü üstlenecek bu sezon TSL'de. Benim iddiam ise Guiza'nın sakatlık gibi büyük bir aksilik yaşamadığı sürece bu sezon 20 gole ulaşacağı yönünde. Bu sezon da başarısız olursa zaten artık futbolu bıraksın ve Unkapanı'na albüm yapmaya gitsin, tutar Türkiye'de..

In God We Trust

Amerikalıların paraya tapması


Fight Club ekibinin Tyler Durden'a tapması


Ve Galatasaray taraftarının Haldun Üstünel'e tapması

30 Temmuz 2009 Perşembe

Elano mu, şaka mı bu??

Haldun Üstünel Galatasaray'ın transfer vizyonunu 1 değil 10 kademe yukarı taşıdı. Her zaman söylemişimdir, Avrupa piyasasında ekonomik transferde 2 koşul vardır ki yapılması çok zor şeyler değildir; 1- kontratı sezon sonunda bitecek futbolcu ile kulübü 31 Aralık'a kadar anlaşmamışsa bu futbolcu ile bonservis bedeli ödenmeden sezon sonu için anlaşmak, 2- futbolcunun kendisi çok kaliteli olmasına rağmen aynı bölgeye yapılmış olan transferler sonrası bu futbolcunun ikinci plana itilmesi sonucu olarak kulübünün futbolcuyu ucuz maliyetlerde satması..

Elano transferi de 2. maddeye uyan bir transfer oldu. Kendisi Man City'nin yaptığı çılgın transfer atağından sonra İngiliz medyasında yazılıp çizilen ideal Man City 11'ine giremeyecek gibi gözüktükten sonra opsiyonlarını aramaya başlamış demek ki. Ayrıca geçen sezon sonlarında bir radyo programında menajeri Mark Hughes'ı eleştirmesi sonucu 2. plana atıldı desek daha doğru olur. Bir başka sebep de Mark Hughes'un geçen sezon başında göreve gelmesi ve Robinho - Shaun Wright Philips transferleri sonrası sistem değişikliği ile Elano kanatların yedeği gibi görülmeye başlandı. Ona rağmen geçen sezon 20nin üzerinde maçta görev almayı başardı Elano. Bonservis bedeli şu an için açıklanmamış durumda, ama GS yönetimi Deco ismiyle medyanın uğraşmasını sağlarken yine son dakikaya kadar Elano isminin duyulmamasını sağladı ki bence çok büyük başarıdır.

Ben Haldun Üstünel'in yerinde olsam herhalde transfer olacak gibi gözüktüğü zaman o heyecanla en kötü ihtimalle en yakın arkadaşlarıma bahsederdim bu transferden. Tabii ki "aman arkadaşlar aramızda kalsın, yayılmasın bu" gibi klişe muhabbetler dönerdi ama sonuç belli olurdu, 1 gün içerisinde bütün Türkiye duymuş olurdu ismi. Yani isimleri bu şekilde saklayabiliyor olmak çok ama çok büyük başarı..


Biraz da Elano'dan bahsetmekte fayda var. Elano klasik bir Brezilyalı ortasaha futbolcusundan çok farklı. Hem estetik yönü kuvvetli, hem de çok disiplinli, defansa da yardım eden bir futbolcu. O bölgenin sorumluluklarını her anlamda taşıyabilen bir isim. Bu özelliklerinin sayesinde zaten o bölgede çok ama çok önemli isimler olmasına rağmen Brezilya Milli Takımı formasını 34 defa giyebilmiş ve Milli Takım havuzunda her zaman bulunmakta. GS'ın sistemine uyması açısından ve yaş itibariyle de taraftarı heyecanlandıran Deco'dan çok daha verimli olacaktır. 28 yaşında ve bir ortasaha oyuncusu için en verimli dönemleri önündeki bu 4 sene.

Sistem olarak, Rijkaard'ın düşündüğü 4-3-3'teki o hem hücum hem savunma (Xavi-Iniesta) 2 ortasaha oyuncusundan biri çok rahat olabilir, ayrıca dönem dönem oynadığımız 4-2-3-1'deki geçen sezon Lincoln'ün oynadığı 10 numara forvet arkası pozisyonunda da yaratıcılığı, uzaktan şutları sayesinde hücumda en az Lincoln kadar, savunma anlamında ise Lincoln'den kat kat fayda sağlayacaktır. Bu arada, en önemlisi ise GS'ın uzun zamandır sıkıntısını çektiği serbest vuruş sorunu ise çözülmüş durumda.

Bu transferle bence GS hala transferi bitirmedi, bana Lucas Neill da gelecek gibi gözüküyor. Biraz daha bekleyip GS analizimi yapacağım.

Bir kaç tane videosu aşağıda..

http://www.youtube.com/watch?v=6vPMBG0xATs (New Utd'a karşı attığı free kick)
http://www.youtube.com/watch?v=oRfjBJWQwe8 (Serbest vuruşları, golleri, asistleri - sol ayağına dikkat!!)
http://www.youtube.com/watch?v=p9dnCH-tgGw (Brezilya'nın attığı 1.gol)
http://www.youtube.com/watch?v=MKDZwC89ACE (Mükemmel bir röportaj, karakteri ile ilgili çok önemli açıklamalar var -çalışkan, çekingen ve takıma ayak uyduran)

ÖNEMLİ NOT: 7m euro bonservis verilmiş Man City'e. 12m euro'ya almıştı Man City Elano'yu ve 2 sezondur City'de banko oynuyordu, özellikle de ilk geldiği sezon gösterdiği performansla takımın yıldızı ve kurtarıcısı yakıştırmaları yapılmıştı. Çok ama çok büyük transfer.

24 Temmuz 2009 Cuma

Çok zekice

Gazeteci Rijkaard'a sorar:
"Adınız Reykaard mı Raykaard mı diye okunuyor?"
Rijkaard'ın cevabı:
"Frank diye okunuyor."

Resmen "bana böyle salak salak sorularla gelme" demiş Rijkaard. Haberin ne kadar gerçek olduğunu bilmiyorum ama efsanevi bir karşılık vermiş Rijkaard...

21 Temmuz 2009 Salı

Andre Dos Santos = 6m euro ; İsmail Köybaşı = 6,5m euro + Serdar Kurtuluş

Bu karşılaştırma Türkiye'deki sınırlı yabancı hakkının sonucunu göstermek açısından çarpıcı. Türk takımları, şu anki yabancı sınırlaması sisteminde Şampiyonlar Ligi seviyesinde üst kalibre takımlarla yarışmak istiyorlarsa 6 yabancı dışında kalan 5 Türk oyuncunun da yabancılar seviyesinde olmaları gerekiyor. Bu baskı sonucu ise 4 büyükler dışında kalan takımlardaki Türk oyuncular azıcık parladıkları anda 4 büyüklerin radarlarına giriyorlar ve bu oyuncuların fiyatları astronomik seviyelere çıkıyor. Bizim şovmen başkanlarımız da gerek ego tatmini, gerekse gündemde kalmak için astronomik rakamlara bu futbolcuları alıyorlar. Tarihte örnekleri çok, Bülent Akın'a verilen 7m dolar, Ayhan'a 21 yaşında iken verilen 8,75m dolar, güncel örnekler ise Mehmet Topuz'a verilen 9m euro ve İsmail Köybaşı için verilen 6,5m euro artı 22 yaşında sağ bek ve ortasahaya iyi bir alternatif olabilecek Serdar Kurtuluş.

Brezilya Milli Takımı'nda Robinho'nun arkasında her maç oynayarak 2009 Konfederasyon Kupası'nı kaldırıp Milan, Inter, Roma, R.Madrid, Barcelona gibi takımların radarına giren bir Andre Santos 6m euro ederken 1989 doğumlu profesyonel olarak sadece 1 yıl oynamış bir futbolcu nasıl olur da 6,5m euro artı Serdar Kurtuluş eder? Türk futbolcuları iç pazarda bu kadar değerli kılan tek etken yabancı futbolcu kısıtlamasıdır...

Bazılarının savunduğu "yabancı kısıtlaması kalkarsa Türk futbolu zarar görür, Türk gençlerinin önü kesilir" tezine kısa bir yorum yapmak gerek bu aşamada. Avrupa'daki liglerde AB üyesi ülke futbolcuları yabancı kategorisinde sayılmıyorlar. Buna rağmen bazı ülkelerde hiç yabancı kısıtlaması yok, bazılarında da özel uygulamalar mevcut.

Mesela İngiltere'de AB üyesi dışından gelen futbolculara work permit çıkması için son 2 senede milli takımda belli bir oranda yer almış olmaları gerekiyor, ya da Portekiz'de, Brezilya ile olan bağlantılar sebebiyle Brezilyalı futbolcular yabancı sayılmıyor vb.

Bizde de yabancı kısıtlaması kalkarsa eğer yaşanacak olaylar silsilesine bir örnek; mevcut kadrolarda ilk 11 oynayan ve yetersiz görülen Türk futbolcuların yerine daha kaliteli ve daha verimli olacak yabancılar gelecek. ilk 11 oynamaya alışmış bu futbolcular yedekliği kaldıramayarak transfer olmak isteyecekler. Anadolu takımlarına pek gitmek istemeyecekleri için de kendilerine Avrupa'da takım arayacaklar. Bizim futbolcularımızda ve medyamızda çok ilginç bir yaklaşım var, Milan, Inter, R.Madrid, Man Utd vb takımlar dışındaki takımlar istiyorsa bizim oyuncularımızı, hem medyada hem futbolcuda "bu takıma gitmeye gerek yok" gibi bir yaklaşım oluşuyor. Rahatını bozmak istemeyen bu futbolcular Avrupa'ya gittiği zaman vizyonlarını genişletecekler, Avrupa Ligleri'nde oynayan Türk futbolcu sayısı artacak ve futbol çeşitliliğimiz artacak, kendilerini daha çok geliştirme şansı bulacaklar ki bu da Türk futbolunun yararına olacak uzun vadede.

Buna güzel bir örnek Çağdaş Atan'dır, Trabzonspor'da 2 sezon geçirdikten sonra Almanya'ya Energie Cottbus'a transfer oldu. Orada 1 sezon ilk 11 oynadıktan sonra da bu sezon İsviçre Ligi'nin en iyi takımı Basel'e transfer oldu ve yeni başlayan ligde ilk 11 oynamaya başladı. Oyuncularımız bu şekilde kendilerini hem kültürel anlamda hem de futbol anlamında geliştireceklerdir.

Türk futbolunun önündeki en büyük engellerden biri olan yabancı kısıtlamasının bir an önce kaldırılması dileğiyle...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Hanım ne derse o olur


Olaya sade bir basketbolsever olarak bakalım. Takımın en önemli parçalarından birinin gitmesi Orlando gibi güzel top oynayan bir takımı bozar ve bu bir basketbolsever açısından kötü bir durumdur. Bir akım Hidayet'in yerine hücumun viskozitesini yükseltecek Vince Carter' getirmişse.

Bir de Türk bir basketbolsever olarak olaya bakalım. Hidayet'in şampiyonluk yürüyüşü insanları gerçekten heyecanlandırmıştı. Orlando'yu terketse bile 2-3 sene için şampiyonluk adayı olması muhtemel Portland'a gitmesi son derece güzel olacaktı. Portland Toronto ile neredeyse aynı parayı veriyordu ve Brandon Roy gibi her topu oynayarak geçiren bir süper yıldız adayıyla berbaer Hidayet'i seyretmek şampiyonluk mücadelesi yapamasalar da çok güzel olacaktı.

Portland'ın NBA oyuncularına çok ters gelen bir yönü vardı. Küçük bir şehir olmasından öte, coğrafi açıdan diğer takımlara en uzak yer olduğundan bir Portland oyuncusunun çok uzun yolculuklara katlanması gerekiyordu. Bir de Hidayet'in hanımının Toronto'ya gidelim demesi gelince, Hidayet şu anda amaçsız geçecek sezonlar oynamaya yelken açtı. Toronto'da Kanada'da olması münasebetiyle NBA oyuncularının pek gitmek istemediği bir yer. O yüzden yumuşak Avrupalılardan oluşan bir takım kurdular ve iki sene işler iyi de gitti. 2010 yılında sözleşmesi biten Chris Bosh'un da durmayacağı düşünülürse önümüzdeki yıllar Toronto için erken bitmeye aday.

Kaan Kural ile yaptığım konuşmalarda(2006 civarı) Hidayet'in takım başarısı, kendini geliştirme gibi şeyleri çok fazla umursamadığını ve geldiği noktadan çok mutlu olduğunu söylemişti. O zamandan beri Hidayet değişti ve gelişti. Fakat yine geldiği noktadan ziyadesiyle tatmin olmuş ki Toronto gibi kimsenin çok umursamadığı, maçlarının ulusal televizyondan yayınlanmayacağı bir takıma gidiyor.

Umarım takımın amaçsızlığı, beş senelik kontratı yapmış ve 150 kiloya çıksa, hiç maça çıkmasa da bile bu parayı kesinlikle alacak olan Hidayet'i umarsızlığa itmez. Şu anda garanti kontratı katım, 5 sene daha NBA'deyim diyor ama yarın öbür gün ücret tavanında yer açmak için veya takasta maaşları dengelesin diye oradan oraya takas edilirse onun için hiç hoş olmaz.

7 Temmuz 2009 Salı

Transfer gündemi

Transfer sezonu Türkiye'de çok hareketli değil bu sene. Hala Mehmet Topuz transferini konuşuyorlar futbol programlarında. Türkiye'deki kulüpler futbolcuyu bir yatırım aracı değil de sansasyon aracı olarak kullandıkları için hem dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceği paralar teklif ediyorlar, hem de geri dönüşü olmayacak bonservis bedelleri veriyorlar.

Her halde hayatı boyunca tutarlılık, pazarlık yeteneği gibi şeylerden nasibini almamış Yıldırım Demirören parası neyse verelim kimsenin altında kalmayalım mantığıyla hareket edip Beşiktaş'ın parasını ortaya saçıyor. Delgado, Nobre gibi adamlara 2 milyon Euro'nun üstünde para veriyorsun, üstüne müzmin sakat Nihat için Villareal'in hayal bile etmediği bir para ödüyorsun, sanki bulunmaz Hint kumaşıymış gibi Ferrari'nin karısına televizyonlarda iş ayarlanacak diye haberlerin çıkıyor. Parayı şimdilik cebinden veriyorsun da hibe de etmiyorsun ki. Kimse çıkıp hesap da sormuyor, seçim zamanı geldiğinde kimsede meydana çıkacak güç bırakmıyorsun. Aynı siyasetteki gibi koltuğa bir oturan sittin sene bırakmıyor.

Galatasaray'ın geçen sene en önemli eksikliklerinden biri süratli futbolcusu olmamasıydı. Bir tek Baros vardı biraz. Şimdi Keita geldi. Süratli de şahsi futboluyla biraz saç baş yoldurtabilir. Bu arada 28 yaşında bir adam için 7 milyon Euro ödenir mi, kulüp Galatasaray olunca soru işareti. En kötü ihtimalle bir Meira şansı yaşar Galatasaray ve elinden çıkarabilir bir süre sonra. Daha güzeli tozu dumana katması olur. Ben futbolcunun değeri maksimumdayken elden çıkarmak gerektiğini düşünürüm. Bu konuşmalar farazi tabii.

Galatasaray'ın kadrosu geniş değil. Kenardan gelip oyunu değiştirecek, Arda, Kewell, Baros'u dinlendirecek adam pek yoktu geçen sene. Mehmet Güven girdi hep oyuna kenardan ve taraftarın her seferinde tepesi attı. Bu gidişat yine onu gösteriyor.

Fenerbahçe'ye gelince garip bir şekilde beklentiler ve hedefler küçültüldü sanki. Buna medya da uydu ve eski transfer bombaları çılgınlığı yaşanmıyor. Fenerbahçe'nin ne gibi bir planla hareket ettiğini pek kestiremiyorum. Sezon başlayınca göreceğiz ve genelde Daum takımları gibi fazla rotasyonsuz bir takım izlenecek.

Trabzonspor'a da Hugo Boss hayırlı olsun. Hani kimseyi bulamadık da bu adamı getirdik havası bundan iyi yaratılamazdı.

Müzikle motivasyon










Milliyet.com:

"Barcelona’da Şampiyonlar Ligi kupasını kazandıktan sonra sabaha kadar Morrissey ve The Smiths grubunun en çok sevdiği şarkılarını dinleyen Rijkaard, galibiyetlerin a
rdından coşkulu müzikler yerine slow türü tercih ediyor. Kazandığı maçlardan sonra genellikle Nirvaya’yı dinleyen Galatasaray’ın hocası, efsane grubun en çok, “Unplugged in New York” çalışmasını beğeniyor.

Galatasaraylı oyunculara müziğin motivasyon ve stresten arınma konusundaki önemini anlatacak olan Rijkaard’ın sarı-kırmızılılardan mutlaka bol bol müzik dinlemelerini isteyeceği belirtildi."

Haberi okuyunca bir Morrissey manyağı olarak gerçek bir Rijkaard taraftarı haline gelmiş bulunmaktayım, Galatasaray'da başarılı olsun olmasın.. Morrissey bir felsefedir, bir hayata bakıştır, bir düşünce insanıdır. Morrissey dinleyen adamın hali bir başka olur. Gerçi hangi Türk futbolcu Morrissey dinlemekten keyif alır, ya da hangisi Morrissey dinleyerek motive olur, o kısmını da hayal bile edemiyorum. Şu an aktif futbol oynayan futbolculardan Morrissey dinleyen varsa lütfen ses versin. Kendisiyle tanışmak için okyanus aşırı yolculuklara bile razı olurum.

Size Morrissey'den bir cümle:

"Obviously Madonna reinforces everything absurd and offensive... Madonna is closer to organised prostitution than anything else. I mean the music industry is obviously prostitution anyway but there are degrees."

Konumuz futbol olduğuna göre, Madonna yerine Real Madrid, music yerine de football kelimelerini koyun. Real Madrid'in bu son transfer çılgınlığı ve futbol piyasasını altüst edişi üzerine bu sözler çok anlamlı olacaktır..

Bu arada Sabri'yi Morrissey dinlerken hayal bile edemiyorum.


6 Temmuz 2009 Pazartesi

Marmara'nın Bodrum'u


Hafta sonu Marmara'nın Bodrum'u Çınarcık'taydım. Cumartesi sabahı çocuklu yaşlı yazlıkçıların olduğu bir güruh içinde deniz otobüsüne bindim. Garip bir şekilde ilk önce Bostancı'dan Yenikapı'ya gidiliyor, sonra Çınarcık'a yol alınıyordu.

Öğlen olduğunda varmıştık. Burası Marmara'nın diğer yazlık beldelerine oranla daha genç bir nufusa ve sağlam bir gece hayatına sahipti. Geride kalanlar son kez gittiğim yedi sene önceyle tıpatıp aynıydı. Bu süre zarfında belediye bırakın herhangi bir yapı inşasını, ne bir asfalt dökmüş ne de bir park bahçe düzenlemişti. Ak belediyecilik anlayışı Çınarcık'a pek uğramamıştı her halde. Depremden sonra neredeyse hiç yapılaşma olmadığını öğrendik, var olan yapılarda en ufak bi boya badana bile yapılmamıştı.

Deniz kalitesi ise ilk gün kötü, ikinci gün iyiydi. Hani ben bu denize girmem diyene karşı çok itiraz edilmezdi.

Şehir İstanbul dışına çıkıldığında hemen fark edildiği üzere ucuzdu. Ufak yerlerde işi tutturmak için kaliteli olmak gerekir, İstanbul'daki bazı yerlerdeki gibi göz doyurmalık porsiyonlar, malzemeden kısmalar ve hak edilmeyen fiyatları sunamazsınız.
Bu yüzden Çınarcık'a gideceklere Fırat Pide'yi öneriyorum. Lahmacun tam kıvamında. Vedat Milor yese o da beğenir.

Gecenin kapanışı Club Kio'daydı. Tıklım tıkış yoktu ve tam kıvamında bir doluluk vardı. İçkiler ucuzdu, mekan temiz ve düzenliydi. Klasikleşmiş olduğunu öğrendiğimiz kavgalardan biri yaşandı ama çabucak temizlendi. Müzik çok da iyi değildi, onun dışında her şey yerli yerindeydi. Çevre yerleşim yerlerinden de insanlar boşu boşuna oraya gelmiyordu. Bütçe de çok sarsılmayınca biraz alkol kafaları süper yapıyordu.

Çınarcık sevilecek bir yer fakat biraz düzene ihtiyacı var. 80lerde kalmış bir tatil beldesi görüntüsünden sıyrılırsa deniz otobüsüyle 1.5 saat uzaklıkta olan İstanbul'un halkı oraya akar. Şimdi ise sadece yazlıkçı ve yerlilerin mekanı.

Sneijder mi ?!?!

Bugün ofiste internette dolanırken gazetelerde "GS Sneijder'i bitirdi" haberlerini görünce bir an elim ayağım dolandı, sandalyeden fırlayıp coşkulu bir şekilde ofis içerisinde bağırarak koşasım geldi. Olursa "Haldun Üstünel Fairy Tale" olarak çocuklara masal niyetine anlatılabilecek bir hikaye olur. Real Madrid'in 2 sene önce 27m euro'ya aldığı bir adamı, sırf sansasyonel transfer yapabilme uğruna elinden çıkarmak için 10m euro seviyelerinde satma potansiyeli olması ve Galatasaray'ın mevcut ekonomik durumuna rağmen 9m euro civarında transfer yapabilme kapasitesi (bkz Kader Keita) bu transferi çok küçük de olsa bir nebze olası kılıyor ve beni çok ama çok heyecanlandırıyor.

Herşeye rağmen, Sneijder satılık listesine konmuş olsa bile Hollanda Milli Takımı'nın 10 numarası olarak ve Real Madrid'de ilk sezonunda gayet de başarılı bir sezon geçirdiği için (30 lig maçı / 9 gol) Sneijder'in gözünden bakıldığında Galatasaray'dan çok daha cazip olarak göreceği teklifler alacaktır. Gerçi Avrupa'da çok üst seviyede takımların çoğunda o bölgede bir ihtiyaç gözükmüyor fakat satılık listesindeki bir Sneijder'i bu kadar ucuza alma fırsatı varken hiçbir kulübün kendisini istememezlik edeceğini de düşünmüyorum.

Kendisinin 1984 doğumlu olduğunu da hesaba katarsak Türkiye'ye gelmesi hiç ama hiç gerçekçi durmuyor. Tabii ki Haldun Üstünel faktörünü de hesaba katmak lazım, ama kendisinin götürdüğü hiçbir transferin bitmeden önce basına sızmadığını da hesaba katarsak bu haberin de yalan olma potansiyelinin çok yüksek olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Bu arada gerçekten de Perez geldiğinden beri bütün Hollandalı'ları satacağını bağıra bağıra söylemesine rağmen hiçbirinin daha transfer yapmış olmaması da başka bir ilginç nokta. Robben, Van der Vaart, Sneijder, Huntelaar, Van Nistelrooy, Drenthe gibi futbolcuları Avrupa'da her takım kadrosunda görmek ister herhalde. Transfer piyasası çok sıcak, çok...




Şunları da eklemek isterim, Sneijder futbol piyasasına ilk çıktığı zamanlardan itibaren ideal playmaker olarak gördüğüm futbolcu tipine uyduğu için benim için çok özeldir. (http://netherlands.worldcupblog.org/1/wesley-sneijder-game-accelerator.html) Bu linkte belirtildiği gibi tam anlamıyla bir "game accelerator"dır kendisi. Uzaktan şut yeteneği Avrupa'da sayılı futbolcuda vardır, Hollanda'da yapılan bir ankette ülkenin en iyi frikik atan futbolcusu kim sorusunu seyirciler %70 ile açık ara Sneijder olarak cevaplandırmışlardır, biliğimiz tipik 10 numaralar gibi "hücumda var savunmada pasif" şeklinden çok farklı olarak ortasahada adam kovalamayı da sever, çok çabuktur ve oyunu yönlendirmeyi sever.

Aslında Barcelona'ya çok yakışırdı, ama bence kariyerinde basamakları bir bir çıkabilecekken hatalı bir hareketle Real Madrid'e transfer olmuştur. Real Madrid bir futbol takımı olmaktan uzak, gerçekten sansasyonların takımı olduğu için takım oyununu seven mütevazı Hollandalı'ya bu takımda yer yok. Umarım bir gün Barcelona'da oynama şansına erişir..

2 Temmuz 2009 Perşembe

GS bombayı patlattı!!!!


GS yaz sezonunun bombasını Lyon'dan söylenene göre 7m euro bonservis bedeli ve oyuncuya da yıllık 2.2m euro bedelle Kader Keita'yı kadrosuna katarak patlattı. 2007 senesi öncesinde Lille'de yıldızı parlayan Fildişi Sahilli futbolcuyu 2007 senesinde L'Pool, Milan, Man Utd da dahil olmak üzere birçok Avrupa takımı kadrosuna katmak isterken Lyon 16m euro bedelle transfer etmişti. Lyon'da aslında çok da forma şansı buldu, geçen sezon 20'nin üzerinde maç oynadı. 2 sene önce 16m euro bedelle transfer edilmiş ve oynadığı kulüpte forma şansı da bulabilmiş bir futbolcunun sadece 2 sene sonra 7m euro'ya transfer edilmesi bir başarıdır aslında. İşin ekonomik tarafına çok da girmeden bu transfer hakkında bir çift laf söylemem gerek.


Basında Baros'un yanına partner kim gelecek gibi haberler vardı, kimileri Owen'ı getirdi, kimileri Govou'yu getirdi.. Bu sırada GS yönetimi sağ gösterip sol vurdu, ismi basına hiç yansımamış bir futbolcuyla anlaştılar. Öncelikle lafım basına; Rijkaard'ın sistemi 4-3-3 olacak diye bas bas bağırıyorsunuz, peki o zaman hangi akla hizmet Baros'a partner kim gelecek diye yazıyorsunuz? Belli ki bu takım tek forvet oynayacak, kanatlarda da hücumcu kanat oyuncuları olacak. Owen'la da ilgilendiğini düşünüyorum GS'ın, fakat Owen tek forvetli bir sistemde uçta yalnız kalabilir, fiziği sebebiyle top saklamakta zorlanabilir. Kanatlarda da oynayamayacağından dolayı iyi bir alternatif olmayacaktı. Owen'la anlaşamadılar mı, yoksa bu sebepler vb. dolayısıyla mı bu transfer gerçekleşmedi bilemiyorum. Alternatif geçen isimlerden Govou ile heyecanlanmıştım ben aslında, çünkü 3lü hücum hattının her tarafında oynayabilecek bir isim kendisi, Rijkaard'ın da Barcelona'da oynattığı sistem bu idi. 3lü hücum hattında oynayanlar kendi aralarında çok rahat yer değiştirebiliyorlardı. Maça Eto'o önde, solda Ronaldinho sağda Messi başlıyorlar, dönem dönem Eto'o sola geliyordu Ronaldinho uca geçiyordu, dönem dönem de Messi uca geçip Eto'o sağa geçiyordu (soldaki taktik üzerinde ne demek istediğim anlaşılabilir). Bu rotasyon önemlidir, defansın aklını karıştırır, aynen bir dönem Danimarka'nın yaptığı gibi (kanatlarda Jorgensen - Rommedahl ikilisinin devamlı yer değiştirmesi).



GS çok iyi transfer yapmıştır, işin ekonomik tarafı çok başka. Daha ucuza bir futbolcu alınamaz mıydı, veya GS'ın çok mu parası var da 7m euro'luk transfer yapabiliyorlar, veya başka bildikleri birşeyler mi var ekonomik anlamda biz seyirci olarak bilemiyoruz bu detayları. Daha ekonomik bir futbolcu bu dönemde alınabilir miydi tarafını cevaplayabiliriz, bence opsiyon çoktu, ama Keita kadar etkili birisi alınabilir miydi bilemiyorum. Benim gönlümde Rijkaard'ın Barca altyapısından çıkardığı ve forma verdiği Giovanni Dos Santos vardı, Tottenham'a transfer olduktan sonra orada forma şansı bulamamıştı ve geçen sezon devre arasında Championship takımlarından Ipswich Town'a kiralanmıştı. Burada taraftarların sevgilisi oldu ve attığı gollerle takımın Premier League'e çıkmasında büyük katkı yaptı. Tottenham, onu Barcelona'dan 7m euro gibi bir bedelle almıştı 2008-2009 sezonu başında. Oynatmadıkları için bu fiyattan yükseğe satamazlardı aslında, Rijkaard faktörü sebebiyle de bu oyuncu getirilebilirdi diye düşünmüştüm medyada Giovani Dos Santos GS'a haberleri okuduğum zaman (Öyle Fanatik, Fotomaç haberi de değildi bu, İngiliz medyası dillendirmişti bu haberleri o dönemde).

Kader Keita çok hızlı, ayaklarına çok hakim bir oyuncu. Stili Ribery'i andırıyor. GS taraftarlarının sevgilisi olur adaptasyon sürecini atlatıp GS kariyerine iyi bir başlangıç yaparsa. Takım oyununa katkısı biraz zayıftır, ama 4-3-3 kanatlarında oynayan oyuncuların biraz bencil bir yapıya da sahip olmaları gerektiği de aşikardır. Kesinlikle çok faydalı olacak bir transfer...