31 Temmuz 2009 Cuma

"Guiza Fener'in adamı değil!!!!!!"

Guiza'ya yazılı ve görsel basın geçen sezon çok eleştiri yaptı, Fenerbahçe gibi bir takıma az geldiğini, bu kalibrede bir futbolcu olmadığını yazıp çizdiler, hatta yok pahasına bile olsa bu futbolcudan kurtulunması gerektiğini söyleyenler bile oldu. Ben geçen sezon da çok söyledim, ayağa top oynamaya çalışıp ileri gitmeye çalışan fakat ileride çoğalamayan bir takımın oyuncusu olarak Guiza ileride çok yalnız kaldı. Kanatlardan yeterli ortayı alamadı, ortasahadan yeterli destek alamadı, tek forvet oynadığı için de çok yalnız kaldı ve ileride tek başına didinip durdu.

Ayağa top oynayarak ileriye doğru çıkmaya çalışan takımların en büyük özelliği oyunu 80m'lik bir bölgede oynarlar, oyunu geriden kurmaya çalıştıkları için. Bu çok ciddi kondisyon ile beraber çok teknik bir ortasahaya sahip olmayı gerektirir. Fenerbahçe'de bu iki öğe de olmadığı için Guiza ileride top alabilmek için hem rakiple çok boğuştu, hem de boş alanlara çok kaçmaya çalıştı. Bu da kendisinin çok yorulması anlamına geliyor. Çok gol kaçırdı diye eleştirenler oldu, fakat Guiza'nın maç içerisinde ne kadar yorulduğunu kimse hesaba katmıyor. Tabii nefesini ayarlamak da futbolcunun tecrübeyle orantılı olarak görevidir fakat futbol oynayanlar bilirler, ne kadar yorulmuşsan bacaklarına hakimiyetin de o ölçüde azalır. Dolayısıyla pozisyona girebiliyor olması bile kalitesinin göstergesidir.

Guiza gibi mücadeleci futbolcuların özellikleri en iyi ya uyumlu olacağı bir forvet partneriyle ortaya çıkar, ya da oyunu rakip yarısahaya presle yıkan takımlarda ortaya çıkar. Daum'un sisteminde Guiza Türkiye Süper Ligi'nin gol kralı olmaya aday futbolcusudur. Daum direkt oynamayı ve kanatlardan hücum yapmayı seven bir anlayışı benimsediği için Guiza büyük oranda karambol pozisyonlardan çok gol atacaktır bu sezon.

Nobre'nin devre arasında Fenerbahçe'ye geldiği dönemde Fenerbahçe şu an oynamaya çalıştıkları sistemin benzerini ve belki de biraz daha iddialısını oynuyorlardı. Kanatlarda Serhat ve Tuncay, forvette Nobre van Hooijdonk ve arkalarında Alex ile oynamak büyük bir cesaret, ama ileri şişirilip yoğun presle topun rakip yarısahada kalmasını sağlayarak büyük oranda karambol olmak üzere çok pozisyona girebiliyorlardı ve Nobre de mücadeleci özelliği ile karambollerden çok gol buluyordu.

Nobre'ye stil olarak yakın, fakat daha teknik ve pozisyon sezgisi daha kuvvetli Guiza ise o sene Nobre'nin üstlendiği rolü üstlenecek bu sezon TSL'de. Benim iddiam ise Guiza'nın sakatlık gibi büyük bir aksilik yaşamadığı sürece bu sezon 20 gole ulaşacağı yönünde. Bu sezon da başarısız olursa zaten artık futbolu bıraksın ve Unkapanı'na albüm yapmaya gitsin, tutar Türkiye'de..

In God We Trust

Amerikalıların paraya tapması


Fight Club ekibinin Tyler Durden'a tapması


Ve Galatasaray taraftarının Haldun Üstünel'e tapması

30 Temmuz 2009 Perşembe

Elano mu, şaka mı bu??

Haldun Üstünel Galatasaray'ın transfer vizyonunu 1 değil 10 kademe yukarı taşıdı. Her zaman söylemişimdir, Avrupa piyasasında ekonomik transferde 2 koşul vardır ki yapılması çok zor şeyler değildir; 1- kontratı sezon sonunda bitecek futbolcu ile kulübü 31 Aralık'a kadar anlaşmamışsa bu futbolcu ile bonservis bedeli ödenmeden sezon sonu için anlaşmak, 2- futbolcunun kendisi çok kaliteli olmasına rağmen aynı bölgeye yapılmış olan transferler sonrası bu futbolcunun ikinci plana itilmesi sonucu olarak kulübünün futbolcuyu ucuz maliyetlerde satması..

Elano transferi de 2. maddeye uyan bir transfer oldu. Kendisi Man City'nin yaptığı çılgın transfer atağından sonra İngiliz medyasında yazılıp çizilen ideal Man City 11'ine giremeyecek gibi gözüktükten sonra opsiyonlarını aramaya başlamış demek ki. Ayrıca geçen sezon sonlarında bir radyo programında menajeri Mark Hughes'ı eleştirmesi sonucu 2. plana atıldı desek daha doğru olur. Bir başka sebep de Mark Hughes'un geçen sezon başında göreve gelmesi ve Robinho - Shaun Wright Philips transferleri sonrası sistem değişikliği ile Elano kanatların yedeği gibi görülmeye başlandı. Ona rağmen geçen sezon 20nin üzerinde maçta görev almayı başardı Elano. Bonservis bedeli şu an için açıklanmamış durumda, ama GS yönetimi Deco ismiyle medyanın uğraşmasını sağlarken yine son dakikaya kadar Elano isminin duyulmamasını sağladı ki bence çok büyük başarıdır.

Ben Haldun Üstünel'in yerinde olsam herhalde transfer olacak gibi gözüktüğü zaman o heyecanla en kötü ihtimalle en yakın arkadaşlarıma bahsederdim bu transferden. Tabii ki "aman arkadaşlar aramızda kalsın, yayılmasın bu" gibi klişe muhabbetler dönerdi ama sonuç belli olurdu, 1 gün içerisinde bütün Türkiye duymuş olurdu ismi. Yani isimleri bu şekilde saklayabiliyor olmak çok ama çok büyük başarı..


Biraz da Elano'dan bahsetmekte fayda var. Elano klasik bir Brezilyalı ortasaha futbolcusundan çok farklı. Hem estetik yönü kuvvetli, hem de çok disiplinli, defansa da yardım eden bir futbolcu. O bölgenin sorumluluklarını her anlamda taşıyabilen bir isim. Bu özelliklerinin sayesinde zaten o bölgede çok ama çok önemli isimler olmasına rağmen Brezilya Milli Takımı formasını 34 defa giyebilmiş ve Milli Takım havuzunda her zaman bulunmakta. GS'ın sistemine uyması açısından ve yaş itibariyle de taraftarı heyecanlandıran Deco'dan çok daha verimli olacaktır. 28 yaşında ve bir ortasaha oyuncusu için en verimli dönemleri önündeki bu 4 sene.

Sistem olarak, Rijkaard'ın düşündüğü 4-3-3'teki o hem hücum hem savunma (Xavi-Iniesta) 2 ortasaha oyuncusundan biri çok rahat olabilir, ayrıca dönem dönem oynadığımız 4-2-3-1'deki geçen sezon Lincoln'ün oynadığı 10 numara forvet arkası pozisyonunda da yaratıcılığı, uzaktan şutları sayesinde hücumda en az Lincoln kadar, savunma anlamında ise Lincoln'den kat kat fayda sağlayacaktır. Bu arada, en önemlisi ise GS'ın uzun zamandır sıkıntısını çektiği serbest vuruş sorunu ise çözülmüş durumda.

Bu transferle bence GS hala transferi bitirmedi, bana Lucas Neill da gelecek gibi gözüküyor. Biraz daha bekleyip GS analizimi yapacağım.

Bir kaç tane videosu aşağıda..

http://www.youtube.com/watch?v=6vPMBG0xATs (New Utd'a karşı attığı free kick)
http://www.youtube.com/watch?v=oRfjBJWQwe8 (Serbest vuruşları, golleri, asistleri - sol ayağına dikkat!!)
http://www.youtube.com/watch?v=p9dnCH-tgGw (Brezilya'nın attığı 1.gol)
http://www.youtube.com/watch?v=MKDZwC89ACE (Mükemmel bir röportaj, karakteri ile ilgili çok önemli açıklamalar var -çalışkan, çekingen ve takıma ayak uyduran)

ÖNEMLİ NOT: 7m euro bonservis verilmiş Man City'e. 12m euro'ya almıştı Man City Elano'yu ve 2 sezondur City'de banko oynuyordu, özellikle de ilk geldiği sezon gösterdiği performansla takımın yıldızı ve kurtarıcısı yakıştırmaları yapılmıştı. Çok ama çok büyük transfer.

24 Temmuz 2009 Cuma

Çok zekice

Gazeteci Rijkaard'a sorar:
"Adınız Reykaard mı Raykaard mı diye okunuyor?"
Rijkaard'ın cevabı:
"Frank diye okunuyor."

Resmen "bana böyle salak salak sorularla gelme" demiş Rijkaard. Haberin ne kadar gerçek olduğunu bilmiyorum ama efsanevi bir karşılık vermiş Rijkaard...

21 Temmuz 2009 Salı

Andre Dos Santos = 6m euro ; İsmail Köybaşı = 6,5m euro + Serdar Kurtuluş

Bu karşılaştırma Türkiye'deki sınırlı yabancı hakkının sonucunu göstermek açısından çarpıcı. Türk takımları, şu anki yabancı sınırlaması sisteminde Şampiyonlar Ligi seviyesinde üst kalibre takımlarla yarışmak istiyorlarsa 6 yabancı dışında kalan 5 Türk oyuncunun da yabancılar seviyesinde olmaları gerekiyor. Bu baskı sonucu ise 4 büyükler dışında kalan takımlardaki Türk oyuncular azıcık parladıkları anda 4 büyüklerin radarlarına giriyorlar ve bu oyuncuların fiyatları astronomik seviyelere çıkıyor. Bizim şovmen başkanlarımız da gerek ego tatmini, gerekse gündemde kalmak için astronomik rakamlara bu futbolcuları alıyorlar. Tarihte örnekleri çok, Bülent Akın'a verilen 7m dolar, Ayhan'a 21 yaşında iken verilen 8,75m dolar, güncel örnekler ise Mehmet Topuz'a verilen 9m euro ve İsmail Köybaşı için verilen 6,5m euro artı 22 yaşında sağ bek ve ortasahaya iyi bir alternatif olabilecek Serdar Kurtuluş.

Brezilya Milli Takımı'nda Robinho'nun arkasında her maç oynayarak 2009 Konfederasyon Kupası'nı kaldırıp Milan, Inter, Roma, R.Madrid, Barcelona gibi takımların radarına giren bir Andre Santos 6m euro ederken 1989 doğumlu profesyonel olarak sadece 1 yıl oynamış bir futbolcu nasıl olur da 6,5m euro artı Serdar Kurtuluş eder? Türk futbolcuları iç pazarda bu kadar değerli kılan tek etken yabancı futbolcu kısıtlamasıdır...

Bazılarının savunduğu "yabancı kısıtlaması kalkarsa Türk futbolu zarar görür, Türk gençlerinin önü kesilir" tezine kısa bir yorum yapmak gerek bu aşamada. Avrupa'daki liglerde AB üyesi ülke futbolcuları yabancı kategorisinde sayılmıyorlar. Buna rağmen bazı ülkelerde hiç yabancı kısıtlaması yok, bazılarında da özel uygulamalar mevcut.

Mesela İngiltere'de AB üyesi dışından gelen futbolculara work permit çıkması için son 2 senede milli takımda belli bir oranda yer almış olmaları gerekiyor, ya da Portekiz'de, Brezilya ile olan bağlantılar sebebiyle Brezilyalı futbolcular yabancı sayılmıyor vb.

Bizde de yabancı kısıtlaması kalkarsa eğer yaşanacak olaylar silsilesine bir örnek; mevcut kadrolarda ilk 11 oynayan ve yetersiz görülen Türk futbolcuların yerine daha kaliteli ve daha verimli olacak yabancılar gelecek. ilk 11 oynamaya alışmış bu futbolcular yedekliği kaldıramayarak transfer olmak isteyecekler. Anadolu takımlarına pek gitmek istemeyecekleri için de kendilerine Avrupa'da takım arayacaklar. Bizim futbolcularımızda ve medyamızda çok ilginç bir yaklaşım var, Milan, Inter, R.Madrid, Man Utd vb takımlar dışındaki takımlar istiyorsa bizim oyuncularımızı, hem medyada hem futbolcuda "bu takıma gitmeye gerek yok" gibi bir yaklaşım oluşuyor. Rahatını bozmak istemeyen bu futbolcular Avrupa'ya gittiği zaman vizyonlarını genişletecekler, Avrupa Ligleri'nde oynayan Türk futbolcu sayısı artacak ve futbol çeşitliliğimiz artacak, kendilerini daha çok geliştirme şansı bulacaklar ki bu da Türk futbolunun yararına olacak uzun vadede.

Buna güzel bir örnek Çağdaş Atan'dır, Trabzonspor'da 2 sezon geçirdikten sonra Almanya'ya Energie Cottbus'a transfer oldu. Orada 1 sezon ilk 11 oynadıktan sonra da bu sezon İsviçre Ligi'nin en iyi takımı Basel'e transfer oldu ve yeni başlayan ligde ilk 11 oynamaya başladı. Oyuncularımız bu şekilde kendilerini hem kültürel anlamda hem de futbol anlamında geliştireceklerdir.

Türk futbolunun önündeki en büyük engellerden biri olan yabancı kısıtlamasının bir an önce kaldırılması dileğiyle...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Hanım ne derse o olur


Olaya sade bir basketbolsever olarak bakalım. Takımın en önemli parçalarından birinin gitmesi Orlando gibi güzel top oynayan bir takımı bozar ve bu bir basketbolsever açısından kötü bir durumdur. Bir akım Hidayet'in yerine hücumun viskozitesini yükseltecek Vince Carter' getirmişse.

Bir de Türk bir basketbolsever olarak olaya bakalım. Hidayet'in şampiyonluk yürüyüşü insanları gerçekten heyecanlandırmıştı. Orlando'yu terketse bile 2-3 sene için şampiyonluk adayı olması muhtemel Portland'a gitmesi son derece güzel olacaktı. Portland Toronto ile neredeyse aynı parayı veriyordu ve Brandon Roy gibi her topu oynayarak geçiren bir süper yıldız adayıyla berbaer Hidayet'i seyretmek şampiyonluk mücadelesi yapamasalar da çok güzel olacaktı.

Portland'ın NBA oyuncularına çok ters gelen bir yönü vardı. Küçük bir şehir olmasından öte, coğrafi açıdan diğer takımlara en uzak yer olduğundan bir Portland oyuncusunun çok uzun yolculuklara katlanması gerekiyordu. Bir de Hidayet'in hanımının Toronto'ya gidelim demesi gelince, Hidayet şu anda amaçsız geçecek sezonlar oynamaya yelken açtı. Toronto'da Kanada'da olması münasebetiyle NBA oyuncularının pek gitmek istemediği bir yer. O yüzden yumuşak Avrupalılardan oluşan bir takım kurdular ve iki sene işler iyi de gitti. 2010 yılında sözleşmesi biten Chris Bosh'un da durmayacağı düşünülürse önümüzdeki yıllar Toronto için erken bitmeye aday.

Kaan Kural ile yaptığım konuşmalarda(2006 civarı) Hidayet'in takım başarısı, kendini geliştirme gibi şeyleri çok fazla umursamadığını ve geldiği noktadan çok mutlu olduğunu söylemişti. O zamandan beri Hidayet değişti ve gelişti. Fakat yine geldiği noktadan ziyadesiyle tatmin olmuş ki Toronto gibi kimsenin çok umursamadığı, maçlarının ulusal televizyondan yayınlanmayacağı bir takıma gidiyor.

Umarım takımın amaçsızlığı, beş senelik kontratı yapmış ve 150 kiloya çıksa, hiç maça çıkmasa da bile bu parayı kesinlikle alacak olan Hidayet'i umarsızlığa itmez. Şu anda garanti kontratı katım, 5 sene daha NBA'deyim diyor ama yarın öbür gün ücret tavanında yer açmak için veya takasta maaşları dengelesin diye oradan oraya takas edilirse onun için hiç hoş olmaz.

7 Temmuz 2009 Salı

Transfer gündemi

Transfer sezonu Türkiye'de çok hareketli değil bu sene. Hala Mehmet Topuz transferini konuşuyorlar futbol programlarında. Türkiye'deki kulüpler futbolcuyu bir yatırım aracı değil de sansasyon aracı olarak kullandıkları için hem dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceği paralar teklif ediyorlar, hem de geri dönüşü olmayacak bonservis bedelleri veriyorlar.

Her halde hayatı boyunca tutarlılık, pazarlık yeteneği gibi şeylerden nasibini almamış Yıldırım Demirören parası neyse verelim kimsenin altında kalmayalım mantığıyla hareket edip Beşiktaş'ın parasını ortaya saçıyor. Delgado, Nobre gibi adamlara 2 milyon Euro'nun üstünde para veriyorsun, üstüne müzmin sakat Nihat için Villareal'in hayal bile etmediği bir para ödüyorsun, sanki bulunmaz Hint kumaşıymış gibi Ferrari'nin karısına televizyonlarda iş ayarlanacak diye haberlerin çıkıyor. Parayı şimdilik cebinden veriyorsun da hibe de etmiyorsun ki. Kimse çıkıp hesap da sormuyor, seçim zamanı geldiğinde kimsede meydana çıkacak güç bırakmıyorsun. Aynı siyasetteki gibi koltuğa bir oturan sittin sene bırakmıyor.

Galatasaray'ın geçen sene en önemli eksikliklerinden biri süratli futbolcusu olmamasıydı. Bir tek Baros vardı biraz. Şimdi Keita geldi. Süratli de şahsi futboluyla biraz saç baş yoldurtabilir. Bu arada 28 yaşında bir adam için 7 milyon Euro ödenir mi, kulüp Galatasaray olunca soru işareti. En kötü ihtimalle bir Meira şansı yaşar Galatasaray ve elinden çıkarabilir bir süre sonra. Daha güzeli tozu dumana katması olur. Ben futbolcunun değeri maksimumdayken elden çıkarmak gerektiğini düşünürüm. Bu konuşmalar farazi tabii.

Galatasaray'ın kadrosu geniş değil. Kenardan gelip oyunu değiştirecek, Arda, Kewell, Baros'u dinlendirecek adam pek yoktu geçen sene. Mehmet Güven girdi hep oyuna kenardan ve taraftarın her seferinde tepesi attı. Bu gidişat yine onu gösteriyor.

Fenerbahçe'ye gelince garip bir şekilde beklentiler ve hedefler küçültüldü sanki. Buna medya da uydu ve eski transfer bombaları çılgınlığı yaşanmıyor. Fenerbahçe'nin ne gibi bir planla hareket ettiğini pek kestiremiyorum. Sezon başlayınca göreceğiz ve genelde Daum takımları gibi fazla rotasyonsuz bir takım izlenecek.

Trabzonspor'a da Hugo Boss hayırlı olsun. Hani kimseyi bulamadık da bu adamı getirdik havası bundan iyi yaratılamazdı.

Müzikle motivasyon










Milliyet.com:

"Barcelona’da Şampiyonlar Ligi kupasını kazandıktan sonra sabaha kadar Morrissey ve The Smiths grubunun en çok sevdiği şarkılarını dinleyen Rijkaard, galibiyetlerin a
rdından coşkulu müzikler yerine slow türü tercih ediyor. Kazandığı maçlardan sonra genellikle Nirvaya’yı dinleyen Galatasaray’ın hocası, efsane grubun en çok, “Unplugged in New York” çalışmasını beğeniyor.

Galatasaraylı oyunculara müziğin motivasyon ve stresten arınma konusundaki önemini anlatacak olan Rijkaard’ın sarı-kırmızılılardan mutlaka bol bol müzik dinlemelerini isteyeceği belirtildi."

Haberi okuyunca bir Morrissey manyağı olarak gerçek bir Rijkaard taraftarı haline gelmiş bulunmaktayım, Galatasaray'da başarılı olsun olmasın.. Morrissey bir felsefedir, bir hayata bakıştır, bir düşünce insanıdır. Morrissey dinleyen adamın hali bir başka olur. Gerçi hangi Türk futbolcu Morrissey dinlemekten keyif alır, ya da hangisi Morrissey dinleyerek motive olur, o kısmını da hayal bile edemiyorum. Şu an aktif futbol oynayan futbolculardan Morrissey dinleyen varsa lütfen ses versin. Kendisiyle tanışmak için okyanus aşırı yolculuklara bile razı olurum.

Size Morrissey'den bir cümle:

"Obviously Madonna reinforces everything absurd and offensive... Madonna is closer to organised prostitution than anything else. I mean the music industry is obviously prostitution anyway but there are degrees."

Konumuz futbol olduğuna göre, Madonna yerine Real Madrid, music yerine de football kelimelerini koyun. Real Madrid'in bu son transfer çılgınlığı ve futbol piyasasını altüst edişi üzerine bu sözler çok anlamlı olacaktır..

Bu arada Sabri'yi Morrissey dinlerken hayal bile edemiyorum.


6 Temmuz 2009 Pazartesi

Marmara'nın Bodrum'u


Hafta sonu Marmara'nın Bodrum'u Çınarcık'taydım. Cumartesi sabahı çocuklu yaşlı yazlıkçıların olduğu bir güruh içinde deniz otobüsüne bindim. Garip bir şekilde ilk önce Bostancı'dan Yenikapı'ya gidiliyor, sonra Çınarcık'a yol alınıyordu.

Öğlen olduğunda varmıştık. Burası Marmara'nın diğer yazlık beldelerine oranla daha genç bir nufusa ve sağlam bir gece hayatına sahipti. Geride kalanlar son kez gittiğim yedi sene önceyle tıpatıp aynıydı. Bu süre zarfında belediye bırakın herhangi bir yapı inşasını, ne bir asfalt dökmüş ne de bir park bahçe düzenlemişti. Ak belediyecilik anlayışı Çınarcık'a pek uğramamıştı her halde. Depremden sonra neredeyse hiç yapılaşma olmadığını öğrendik, var olan yapılarda en ufak bi boya badana bile yapılmamıştı.

Deniz kalitesi ise ilk gün kötü, ikinci gün iyiydi. Hani ben bu denize girmem diyene karşı çok itiraz edilmezdi.

Şehir İstanbul dışına çıkıldığında hemen fark edildiği üzere ucuzdu. Ufak yerlerde işi tutturmak için kaliteli olmak gerekir, İstanbul'daki bazı yerlerdeki gibi göz doyurmalık porsiyonlar, malzemeden kısmalar ve hak edilmeyen fiyatları sunamazsınız.
Bu yüzden Çınarcık'a gideceklere Fırat Pide'yi öneriyorum. Lahmacun tam kıvamında. Vedat Milor yese o da beğenir.

Gecenin kapanışı Club Kio'daydı. Tıklım tıkış yoktu ve tam kıvamında bir doluluk vardı. İçkiler ucuzdu, mekan temiz ve düzenliydi. Klasikleşmiş olduğunu öğrendiğimiz kavgalardan biri yaşandı ama çabucak temizlendi. Müzik çok da iyi değildi, onun dışında her şey yerli yerindeydi. Çevre yerleşim yerlerinden de insanlar boşu boşuna oraya gelmiyordu. Bütçe de çok sarsılmayınca biraz alkol kafaları süper yapıyordu.

Çınarcık sevilecek bir yer fakat biraz düzene ihtiyacı var. 80lerde kalmış bir tatil beldesi görüntüsünden sıyrılırsa deniz otobüsüyle 1.5 saat uzaklıkta olan İstanbul'un halkı oraya akar. Şimdi ise sadece yazlıkçı ve yerlilerin mekanı.

Sneijder mi ?!?!

Bugün ofiste internette dolanırken gazetelerde "GS Sneijder'i bitirdi" haberlerini görünce bir an elim ayağım dolandı, sandalyeden fırlayıp coşkulu bir şekilde ofis içerisinde bağırarak koşasım geldi. Olursa "Haldun Üstünel Fairy Tale" olarak çocuklara masal niyetine anlatılabilecek bir hikaye olur. Real Madrid'in 2 sene önce 27m euro'ya aldığı bir adamı, sırf sansasyonel transfer yapabilme uğruna elinden çıkarmak için 10m euro seviyelerinde satma potansiyeli olması ve Galatasaray'ın mevcut ekonomik durumuna rağmen 9m euro civarında transfer yapabilme kapasitesi (bkz Kader Keita) bu transferi çok küçük de olsa bir nebze olası kılıyor ve beni çok ama çok heyecanlandırıyor.

Herşeye rağmen, Sneijder satılık listesine konmuş olsa bile Hollanda Milli Takımı'nın 10 numarası olarak ve Real Madrid'de ilk sezonunda gayet de başarılı bir sezon geçirdiği için (30 lig maçı / 9 gol) Sneijder'in gözünden bakıldığında Galatasaray'dan çok daha cazip olarak göreceği teklifler alacaktır. Gerçi Avrupa'da çok üst seviyede takımların çoğunda o bölgede bir ihtiyaç gözükmüyor fakat satılık listesindeki bir Sneijder'i bu kadar ucuza alma fırsatı varken hiçbir kulübün kendisini istememezlik edeceğini de düşünmüyorum.

Kendisinin 1984 doğumlu olduğunu da hesaba katarsak Türkiye'ye gelmesi hiç ama hiç gerçekçi durmuyor. Tabii ki Haldun Üstünel faktörünü de hesaba katmak lazım, ama kendisinin götürdüğü hiçbir transferin bitmeden önce basına sızmadığını da hesaba katarsak bu haberin de yalan olma potansiyelinin çok yüksek olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Bu arada gerçekten de Perez geldiğinden beri bütün Hollandalı'ları satacağını bağıra bağıra söylemesine rağmen hiçbirinin daha transfer yapmış olmaması da başka bir ilginç nokta. Robben, Van der Vaart, Sneijder, Huntelaar, Van Nistelrooy, Drenthe gibi futbolcuları Avrupa'da her takım kadrosunda görmek ister herhalde. Transfer piyasası çok sıcak, çok...




Şunları da eklemek isterim, Sneijder futbol piyasasına ilk çıktığı zamanlardan itibaren ideal playmaker olarak gördüğüm futbolcu tipine uyduğu için benim için çok özeldir. (http://netherlands.worldcupblog.org/1/wesley-sneijder-game-accelerator.html) Bu linkte belirtildiği gibi tam anlamıyla bir "game accelerator"dır kendisi. Uzaktan şut yeteneği Avrupa'da sayılı futbolcuda vardır, Hollanda'da yapılan bir ankette ülkenin en iyi frikik atan futbolcusu kim sorusunu seyirciler %70 ile açık ara Sneijder olarak cevaplandırmışlardır, biliğimiz tipik 10 numaralar gibi "hücumda var savunmada pasif" şeklinden çok farklı olarak ortasahada adam kovalamayı da sever, çok çabuktur ve oyunu yönlendirmeyi sever.

Aslında Barcelona'ya çok yakışırdı, ama bence kariyerinde basamakları bir bir çıkabilecekken hatalı bir hareketle Real Madrid'e transfer olmuştur. Real Madrid bir futbol takımı olmaktan uzak, gerçekten sansasyonların takımı olduğu için takım oyununu seven mütevazı Hollandalı'ya bu takımda yer yok. Umarım bir gün Barcelona'da oynama şansına erişir..

2 Temmuz 2009 Perşembe

GS bombayı patlattı!!!!


GS yaz sezonunun bombasını Lyon'dan söylenene göre 7m euro bonservis bedeli ve oyuncuya da yıllık 2.2m euro bedelle Kader Keita'yı kadrosuna katarak patlattı. 2007 senesi öncesinde Lille'de yıldızı parlayan Fildişi Sahilli futbolcuyu 2007 senesinde L'Pool, Milan, Man Utd da dahil olmak üzere birçok Avrupa takımı kadrosuna katmak isterken Lyon 16m euro bedelle transfer etmişti. Lyon'da aslında çok da forma şansı buldu, geçen sezon 20'nin üzerinde maç oynadı. 2 sene önce 16m euro bedelle transfer edilmiş ve oynadığı kulüpte forma şansı da bulabilmiş bir futbolcunun sadece 2 sene sonra 7m euro'ya transfer edilmesi bir başarıdır aslında. İşin ekonomik tarafına çok da girmeden bu transfer hakkında bir çift laf söylemem gerek.


Basında Baros'un yanına partner kim gelecek gibi haberler vardı, kimileri Owen'ı getirdi, kimileri Govou'yu getirdi.. Bu sırada GS yönetimi sağ gösterip sol vurdu, ismi basına hiç yansımamış bir futbolcuyla anlaştılar. Öncelikle lafım basına; Rijkaard'ın sistemi 4-3-3 olacak diye bas bas bağırıyorsunuz, peki o zaman hangi akla hizmet Baros'a partner kim gelecek diye yazıyorsunuz? Belli ki bu takım tek forvet oynayacak, kanatlarda da hücumcu kanat oyuncuları olacak. Owen'la da ilgilendiğini düşünüyorum GS'ın, fakat Owen tek forvetli bir sistemde uçta yalnız kalabilir, fiziği sebebiyle top saklamakta zorlanabilir. Kanatlarda da oynayamayacağından dolayı iyi bir alternatif olmayacaktı. Owen'la anlaşamadılar mı, yoksa bu sebepler vb. dolayısıyla mı bu transfer gerçekleşmedi bilemiyorum. Alternatif geçen isimlerden Govou ile heyecanlanmıştım ben aslında, çünkü 3lü hücum hattının her tarafında oynayabilecek bir isim kendisi, Rijkaard'ın da Barcelona'da oynattığı sistem bu idi. 3lü hücum hattında oynayanlar kendi aralarında çok rahat yer değiştirebiliyorlardı. Maça Eto'o önde, solda Ronaldinho sağda Messi başlıyorlar, dönem dönem Eto'o sola geliyordu Ronaldinho uca geçiyordu, dönem dönem de Messi uca geçip Eto'o sağa geçiyordu (soldaki taktik üzerinde ne demek istediğim anlaşılabilir). Bu rotasyon önemlidir, defansın aklını karıştırır, aynen bir dönem Danimarka'nın yaptığı gibi (kanatlarda Jorgensen - Rommedahl ikilisinin devamlı yer değiştirmesi).



GS çok iyi transfer yapmıştır, işin ekonomik tarafı çok başka. Daha ucuza bir futbolcu alınamaz mıydı, veya GS'ın çok mu parası var da 7m euro'luk transfer yapabiliyorlar, veya başka bildikleri birşeyler mi var ekonomik anlamda biz seyirci olarak bilemiyoruz bu detayları. Daha ekonomik bir futbolcu bu dönemde alınabilir miydi tarafını cevaplayabiliriz, bence opsiyon çoktu, ama Keita kadar etkili birisi alınabilir miydi bilemiyorum. Benim gönlümde Rijkaard'ın Barca altyapısından çıkardığı ve forma verdiği Giovanni Dos Santos vardı, Tottenham'a transfer olduktan sonra orada forma şansı bulamamıştı ve geçen sezon devre arasında Championship takımlarından Ipswich Town'a kiralanmıştı. Burada taraftarların sevgilisi oldu ve attığı gollerle takımın Premier League'e çıkmasında büyük katkı yaptı. Tottenham, onu Barcelona'dan 7m euro gibi bir bedelle almıştı 2008-2009 sezonu başında. Oynatmadıkları için bu fiyattan yükseğe satamazlardı aslında, Rijkaard faktörü sebebiyle de bu oyuncu getirilebilirdi diye düşünmüştüm medyada Giovani Dos Santos GS'a haberleri okuduğum zaman (Öyle Fanatik, Fotomaç haberi de değildi bu, İngiliz medyası dillendirmişti bu haberleri o dönemde).

Kader Keita çok hızlı, ayaklarına çok hakim bir oyuncu. Stili Ribery'i andırıyor. GS taraftarlarının sevgilisi olur adaptasyon sürecini atlatıp GS kariyerine iyi bir başlangıç yaparsa. Takım oyununa katkısı biraz zayıftır, ama 4-3-3 kanatlarında oynayan oyuncuların biraz bencil bir yapıya da sahip olmaları gerektiği de aşikardır. Kesinlikle çok faydalı olacak bir transfer...



30 Haziran 2009 Salı

2009 Şampiyonlar Ligi Finali


Bir dahaki sene final Madrid'de. Bir Real Madrid-Barcelona finali UEFA için kaymaklı kadayıf olur her halde. Tüm zamanların en fazla izlenen maçı bile olabilir böyle bir final.

Nihat'tan faydalanmak



Nihat, şu an aktif futbol hayatı devam edenler içerisinde istatistiksel olarak ve kendini ispatlama anlamında en iyi Türk forvet. 18 yaşında profesyonel sözleşme imzaladığı Beşiktaş'ta genelde 3-5-2'nin sağ kanadında görev yapmasına rağmen 122 maçta 30 gol atma başarısı gösterdi. 23 yaşında iken 2002-2003 ara transfer döneminde Toshack tarafından 12.5m euro bedelle Sociedad'a transfer oldu.


Yarım sezonu adaptasyon dönemi ile geçtikten sonra 2003-2004 sezonunda Sociedad, Fransız Raynald Denoueix yönetiminde keyif veren bir futbol ile 2 puan farkla R.Madrid arkasından 2. olduğu sezon Nihat da Kovacevic ile birlikte yıldızlaşıp 23 gol atıyordu. La Liga gibi Avrupa'nın en prestijli liglerinden birisinde, Ronaldo gibi kimileri tarafından Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük santrforu olarak nitelendirilen birisiyle gol krallığında 2.liği paylaşıyordu. Ertesi 2 sezon da 10 gol barajını aşan Nihat Sociedad kariyerinde toplam 145 maçta 59 gol atarak ciddi bir oran tutturuyordu. Bu başarı da kendisini La Liga'da bir üst seviye olarak nitelendirebileceğimiz Villarreal'e Bosman kuralı sayesinde bedava gitmesini sağladı.


Villarreal'de ilk sezonunda sakatlıklarla boğuşan Nihat sadece 9 maçta forma giyebildi ve bu maçlarda golle buluşamadı. Ertesi sezon ise Nihat'ın tekrar çıkış yaptığı sezon oldu ve 34 maçta 24 gol atarak tekrar sesini duyurdu. Geçtiğimiz sezon ise Nihat tekrarlayan diz sakatlığı sebebiyle az forma şansı buldu ve gol kaydedemedi.

Nihat'ın kariyerine göz attıktan sonra gelelim ana konumuza; Nihat'tan faydalanmak. Nihat'ın sağ kanat oyuncusundan üst düzey forvet oyuncusuna geçiş dönemine baktığımız zaman Sociedad'da Kovacevic'le "little large" lakaplı bir ikili oluşturduklarını görüyoruz. Gerçekten de Kovacevic uzun boyuyla ve hava toplarındanki etkisiyle, Nihat da hızı ve son vuruşlardaki etkisiyle geleneksel bir forvet ikilisi oluşturdular. Villareal'de ise ilk sezonlarda Forlan ile iyi bir ikili oluşturan Nihat daha sonra İtalya'nın yükselen yıldızı Guiseppe Rossi ile iyi bir ikili oluşturdu. Dönem dönem taktiksel gereksinimler dışında Nihat İspanya kariyeri boyunca çift forvet oynayarak başarıya ulaştı. Kendisinin tek forvet oynadığı zaman etkisiz olduğunu ve rakip defans içerisinde kaybolduğunu da unutmamak gerek. EURO 2008 başında Mourinho tarzı 4-3-3'ü deneyerek ileri uca Nihat'ı koyan Fatih Terim, Nihat'tan yararlanamamış ve hatasından hızlıca dönerek Semih'i ilk 11'e Nihat'ın yanına adapte ederek yarı finale yürüyüşü gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Nihat'ı 4,5m euro gibi bir bonservisle transfer etmiş olan Beşiktaş'ın Nihat'tan faydalanabilmesi, onun partneri olarak kimi belirleyeceği ve nasıl bir taktikle oynayacaklarına bakar. Geçen sene 4-3-3 oynayan ve ilerideki 3lü hücumcuyu önde santrfor, sağda solda iki kanat-forvet oyuncularından (Tello, S.Özkan, Holosko...) kurarak oynayan Beşiktaş, aynı taktikle Nihat'tan büyük ölçüde yararlanamayacaktır. İleride santrfor olarak değerlendirmek isterlerse Nihat defans arasında kaybolacak, kanatlarda oynarsa yeterli etkiyi gösteremeyecektir. Bana göre Nobre ile çok iyi bir ikili oluşturabilirler, Nobre'nin mücadele gücü ve hava toplarındaki etkisi sayesinde. Böyle oynamak için ise ortasahayı biraz boşlamaları gerekebilir aynı zamanda kanatlı oynamak isterlerse. FB analizi yazımda Daum'un eski FB'de oynattığı taktik gibi bir taktikle, yani forvetten bozma kanat oyuncularıyla kurulu bir 4-4-2 ile (yani 4-2-4 gibi) oynarsa BJK (ileri ikili Nobre-Nihat, sağda Holosko solda Tello) Türkiye Süper Ligi'nin tozunu attırır, fakat Avrupa'da tabiri caizse "5lik" olur.

Beşiktaş'ın Nihat ile ilgili kısmını burada noktalıyorum, geri kalan analizi bir sonraki yazım olacak "BJK analizi"ne bırakıyorum..

28 Haziran 2009 Pazar

Terminator 4: Salvation

Blogumuzda şu ana kadar belki sadece spor yazdık, ama blogu oluştururkenki amacımız yazar sayısını arttırarak konu çeşitliliğini de arttırmaktı. Yazar sayımızı yavaş yavaş arttırıyoruz, bu arkadaşlarımızın da yazılarını heyecanla beklemekle birlikte konu çeşitliliğini arttırmak adına ben de Terminator hakkında bir parça birşeyler yazmak istedim.

Herşeyden önce Terminator 4'ü Terminator fanatikleri olarak 1 ve 2 beklentisi ile izlememek gerek. 3'te de 1 ve 2'deki mantık vardı daha kötü bir Terminator filmi olmasına rağmen ama ilk 3 filmdeki konsept aynıydı; gelecekten bir robot John Connor'ı öldürmeye geliyor, gelecekten gelen başka bir robot (tansiyonu yüksek tutmak için korumaya gelen daha eski bir model oluyor) ise Connor'u korumaya çalışıyor. 3 film de aslında kovalamaca üzerine kurulu ve özellikle ilk 2 filmde gerilim çok yüksekti. 4. film ise biraz daha klasik tarzda bir aksiyon filmi görüntüsü içeriyor. Senaryo itibariyle çok güçlü olmamasına rağmen ve belli aksiyon filmi klişeleri içeriyor olmasına rağmen aksiyon sahnelerinin izleyici çok büyük ölçüde tatmin ettiğini düşünüyorum. Özellikle filmin başındaki helikopter sahnesini izledikten sonra "ben helikopterden düşmedim" demem bundan sonra, o derece güzel çekilmiş bir sahneydi. Marcus çok önemli bir karakterdi. Öneminin anlaşılması için film öncesinde 2 sezon süren ve 2. ve 3. film arasını anlatan Sarah Connor Chronicles'ın izlenilmesi gerekiyor.


Çocukluğu Terminator ile ve T800 oyuncakları için canını vermeye hazır bir şekilde geçen 3 arkadaş gittik filme T4 Salvation'ın vizyona girdiği ilk gün, mesai saati bitimi koşa koşa girdik sinema salonuna. Film esnasında 2 defa ağzımız kulaklarımızda birbirimize baktığımız sahneler oldu, büyülenmiş ve şaşırmış bir şekilde. 1.si film başındaki theme çalmaya başladığı zamandı, 2.si ise filmin sonlarına doğru çıkan sürprizdi! Film sonrası arkaplanda theme çalıp yazılar akarken filmi ve önceki filmlerle bağlantısını tartışırken bir süre sonra etrafımıza baktığımızda salonda önümüzdekiler dışında kimsenin kalmadığını fark ettik. 4-5 sıra önümüzde ise bizim gibi 4 kişi kendilerini dünyadan soyutlamış bir şekilde tartışıyorlardı. İşte o an 25 yaşını devirmiş ve iş hayatına girmiş insanlar olarak dışarıdan nasıl göründüğümüzü fark ettik ve deliler gibi gülmeye başladık. Anlaşılan 60 yaşına gelsek de içimizdeki geek'lik şu anki tazeliğiyle kalacak, hiçbir yere gitmeyecek..

Son olarak, nostalji...

23 Haziran 2009 Salı

İlahi Rafa!!!


Şu Rafael Benitez'i anlamak zor. Geldiğinden beri öyle yanlış transfer hamleleri yaptı ki. Liverpool'un harcama gücü Chelsea, Manchester kadar da değil. Geçen sene gerçekleşen Robbie Keane fiyaskosundan sonra 17 milyon Pound Glen Johnson'a ödüyor. Chelsea'de tutunamamış bir sağ bek için. O pozisyonda Alvaro Arbeloa varken. Torres ve Gerrard sakatlanınca takım ne yapacağını şaşırırken transferdeki tek atımlık kurşunu da bu adam için kullanmaya anlam veremiyorum. Manchester United kan kaybetmiş ve bu sene 18 senelik bekleyişi bitirmek için büyük bir fırsat yakalanmışken.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Cam Adam GS'da


Beşiktaş, Gökhan Zan'ın 1+1 yıllık sözleşmesinin 1 yıllık opsiyonunu uzatmadığı için Gökhan, Bosman kanununa göre boşa çıktı ve GS ile anlaştı. GS bu transferde çok hızlı reaksiyon gösterdi. Gökhan Zan'ın boşa çıkacağı haberleri daha dün basına yansımışken 1 gün içerisinde GS ile sözleşme imzalamasının tek açıklaması GS'ın transfer komitesinin başarısıdır. Haldun Üstünel'in başını çektiği bu komite 2 senedir başarılı transferlere imza atıyor. Baros'u, Kewell'ı, De Sanctis'i ve en son "Haldun Üstünel'le kurduğum samimi ilişki buraya gelmemde etkili oldu" diyen Rijkaard'ın GS'a katılması büyük başarılardır diye düşünüyorum.

Bazı GS taraftarları bu transferden hoşnut olmayacaklardır, fakat Servet de 2 sene önce GS'a geldiğinde insanlarda benzer görüşler yok muydu? "GS FB'nin artıklarını niye topluyor, bir Shevchenko hadisesi de biz görmek istemiyoruz GS taraftarı olarak, bu kazma adam GS'a yakışmıyor" gibilerinden düşünceler sesli olarak medyada ve GS taraftarları arasında yer bulmuştu. Servet, daha kesinlik kazanmamasına karşın kulübünün kasasına 8m euro sokan bir futbolcu olacak. Gökhan Zan'ın yaşı 28, yani futbolda özellikle bir stoper için oynayacağı en verimli çağına giriyor. Önünde üst düzeyde oynayabileceği 4 senesi var. Eğer sakatlık fobisini atlatıp, GS ortamına alışırsa GS çok büyük bir iş yaparak bedavaya getirdiği bu futbolcudan da Servet örneğindeki gibi 2 sene sonra iyi para kazanabilir. Sakatlık fobisi ciddi bir sorun, BJK'de iken Gökhan'ın sakat olduğu için oynamıyor haberlerini takiben doktorların yaptığı "Hiçbir sakatlığı yok, Gökhan psikolojik olarak kendini sakat zannediyor" açıklamalarını unutmamak gerek.


Bu arada rakip forvetlere bir uyarı; Cam Adam'ı fazla kızdırmayın, Hulk'a dönüşme potansiyeli yüksek..

19 Haziran 2009 Cuma

Barış Özbek

Her futbolcunun bir takım içerisinde rolü vardır aslında. Kimisi hızlıdır kanatta, önüne top atılır; kimisi oyunu yönlendiriyordur, toplar onda buluşturulur; kimisi çabuk ve gol yollarında etkilidir, defansın arkasına sarkıtılır; kimisi hava toplarında etkilidir, kanattan yapılan ortalar onun kafasına hedeflenir; kimisi de top kapmada beceriklidir, onlar da ortasahada çok koşarlar ve kaptıkları topu en yakınındaki futbolcuya vermekle yükümlüdürler. Aynen Gattuso gibi.. Topu kaptıktan sonra gözleri ilk etapta Pirlo'yu arar. Pirlo o esnada boş değilse Gattuso biraz bocalar ama pas verecek birini bulur etrafında. Tekniği o kadar zayıftır ki zaman zaman 2m yanındaki futbolcunun ayağına pas veremez, ama kaybettiği topa tekrar canla başla saldırır geri alabilmek için.

Gattuso'yu Azzuri ve Milan'da defalarca izledik, görevi kaptığı topları en yakınındaki futbolcuya vermek. Hiçbir zaman da görevinden fazlasını yapmaya çalışmadı, ama görevini de layıkıyla yaptı. Toptan başka birşey göremiyordu, bu uğurda ne tekmelere kafa soktu..

Barış'tan da ,geleceğin Gattuso'su olabileceği için söylüyorum, tek beklentim budur. Her ortasahanın Barış gibi çok koşan, "ısıran", rakibi bozan, oynatmayan adamlara ihtiyacı var, ama yapmaya çalıştıkları bundan öteye gittiğinde ise takımı zarar verdiğinin farkına varmalı. Kimse Barış'tan 30m'den gol beklemiyor, ya da 3 kişinin arasından gollük pas vermesini beklemiyor, çünkü o kapasite onda yok. Gattuso'nun şu ana kadar ne 30m'den golünü gördüm, ne 3 kişi arasından attığı pasları gördüm, ne de oyun kurucu rolüne üstlendiğini gördüm. Barış'tan da tek isteğim kendine Gattuso'yu örnek alması.

Ama herşeyiyle değil..

2009-2010 Fenerbahçe (2)

Bugün Rıdvan Dilmen Milliyet'te bir özet geçmiş. Link aşağıda:

http://www.milliyet.com.tr/Spor/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=6&ArticleID=1108277&Date=19.06.2009&b=Fenerde%20isik%20var


Benim de burada http://ramstore2002.blogspot.com/2009/06/2009-2010-fenerbahce.html bahsettiğim gibi FB'nin 2 kulvarda da başarıya gidebilmesi için çift forvetli ve arkalarında Alex'li sistemi oynayabilecek 4-3-1-2 veya benzeri bir sistemi oturtmaları gerekiyor. Alex konusunda genel eleştiri istatistikleri çok daha iyi olsa bile Hagi'ye kıyasla daha forvetvari bir futbolcu olduğu, ortasahada oyunu yönlendirme konusunda takıma katkı yapamadığı ve bu sebeple takım üzerinde özellikle büyük maçlarda yük oluşturduğu şeklinde. Zico döneminde Alex'in özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında nasıl bir profil çizdiğini hatırlayın. Dönem dönem insanlar "Alex önlibero gibi oynuyor" yorumları yapıyorlardı. Ortasahaya gelerek oyunu yönlendiriyordu ve özellikle takım çift forvete döndüğünde bu rolü üstleniyordu. Benzer bir rolü 4-3-1-2 sisteminde de üstlenebilir. İstatistikleri kesinlikle düşecektir kaleden uzaklaşacağı için, fakat takım oyununa katkısı artacaktır. Bu sistemin bana göre 2 tane darboğazı var; birincisi ortasaha üçlüsünün 2000 GS'ında olduğu gibi çok koşan ve oyunu iki türlü oynayan oyunculardan kurulu olması zorunluluğu (Okan-Suat-Emre). Gerektiğinde kanada yaklaşmak, gerektiğinde de bekin ileri çıkabilmesi göbeğe yanaşıp bek-ortasaha iç ve forvet arkası oyun kurucu üçgeninde iyi paslaşma yapabilmesi gerekir burada oynayan futbolcuların. FB'de ortasaha iç oynayabilecek Emre ve Özer mevcut. Önliberoda ise Selçuk ve Deniz var, kurtulamadıkları Josico ve Maldonado da mevcut. Basında geçen Poulsen transferi gerçeği yansıtıyorsa FB'de başarılı olacaktır, fakat verilen paraya değer mi tarafı tartışılır. Bu sistemin bir diğer darboğazı ise beklerin çok kaliteli olması gerekliliği. Savunma yönünde sıkıntıları olmaması gerekirken aynı zamanda maç içerisinde devamlı çizgi boyunca hücuma katılmaları gerekmekte sistem tipik ortasaha kanat futbolcusu barındırmadığı için. Roberto Carlos'un geleceği belli değil ama yaşı olmasına rağmen Roberto Carlos ve Gökhan Gönül bu tanıma uyan futbolcular. Bu sistemin FB için bir dezavantajı ise 9m euro bonservisle getirdikleri Mehmet Topuz'dan bek oynatmak dışında klasik anlamda yararlanamayacakları. Forvet arkasında FB'yi taşıyabilecek bir oyuncu değil, keza Alex var. Klasik bir forvet oyuncusu zaten değil. Ortasaha 3lüsünden biri de olamaz, o tip bir futbolcu değil. Milli Takım'da da dönem dönem oynadığı bek pozisyonundan başka bir yerde başarılı olması zor gibi gözüküyor. FB için bir diğer dezavantaj da mevcutta çok fazla kanat oyuncusu olması ve bu taktikle bu adamları (Colin Kazım, Gökhan Emreciksin, Uğur Boral, Burak Yılmaz vb) kullanamayacak olması. Zaten takım da revizyona gitmiyor muydu, alın size bu adamlardan kurtulmak için bahane??

Son söz olarak FB'nin nasıl bir sistemle oynayacağı hazırlık maçlarında şekillenmiş olacaktır. Bekleyip göreceğiz.. Önümüzdeki günlerde de diğer takımların geçen sezon oynadıkları ve önümüzdeki sezon oynamaları muhtemel sistemlerini inceleyeceğim.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Aristokrasi tebaaya karıştı


Bir an önce Türkiye'nin burnundan en kıl aldırmayan ailesinin bir ferdi rakip basketbolcuları dövmek üzere sahaya giren yarı çıplak adamların arasına karıştı. Senin görevin mi onları durdurmak Ali Koç?

Maç sonuna gelince, Fenerbahçeliler'in muhtelif zamanlarda hortlayan bir sendromu var. Mağlubiyeti hiç akıllarına getirmedikleri için mağlubiyet halinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Hakemi, merdiven boşluklarını, medyayı, federasyonu kimi bulurlarsa onu bahane ediyorlar. Halbuki bu sene kaybedersin, bir dahaki sene kazanırsın, geçen iki sene kazanmışsın, bugün rakip senden üstün oynamış ki bunu basketboldan hiç çakmayan adam bile anlar, nedir bu öfke? Küfür ediyosun normal de 10bin kişiyi arkana alıp senin iki katın adamlara sahaya girip saldırmak niye?

Yetenek havuzu

Nokta transfer tabiri var birkaç senedir kullanılan. Takımın en acil gereksinimlerine direkt cevap verecek belli bir pozisyonu tam anlamıyla dolduracak oyuncular için kullanılıyor. Bu tabiri Glatasaray'ın bu sene yapacağı olası transferler için kullanabiliriz. Yedek kulübesinin ciddi bir güçlenmeye ihtiyacı olmasına rağmen maddi güç kısıtlılığı yüzünden bize 2-3 transfer yeter söylemine inanılıyor. Halbuki Baros, Kewell ve Arda'yı yedekleyecek oyunculara ihtiyaç var. Geçen sene takımın fizik gücü ve dayanıklılığı çok yüksek olmadığı için maç sonlarında hep çok zorlandı Galatasaray. Bu sene de durum çok farklı olmayacak ve bu adamların üstüne çok yük binecek.

Gelelim başlığımız icabı bu yazının asıl temasına. Fenerbahçe pokerde çok çipi olan bir oyuncu gibi her elde sonuna kadar potu artırıyor. Yaptıkları transferleri hangi pozisyonda kullanacaklar, eskileri elden çıkarıp yer açacaklar mı belli değil. Bir takım için birbirine benzer kalitede bir sürü oyuncunun varlığı çoğu zaman zararlıdır. Şansı kime tanıyacağına ve kime sabır göstereceğine karar vermek gerekir, aksi taktirde kötü oyunlar sonrası sürekli bir rotasyona girilir.

Fenerbahçe görünen o ki yetenekli diye nitelendirilen oyuncuları toplayıp aralarından bazılarının gerçekten takımı taşıyabilecek seviyeye çıkmasını bekleyecek. Örneğin Özer Hurmacı'ya verilen 4.2 milyon Euro'nun çok bir açıklaması yok. Özer'in gerçekten takımı sürükleyebilecek bir oyuncu olduğundan emin olduklarını pek sanmam.

Daum'un pek rotasyona giden bir teknik direktör olmadığı için iyi bir sezon başlangıcı sonrasında kadro şekillenir. Yine de sezon başlamadan temizliğe gidilmeli. Düşünülürse sağ kanatta oynayabilecek Mehmet Topuz, Colin Kazım, Özer Hurmacı, Burak Yılmaz, Ali Bilgin, vs. gib bir sürü adam var. Son ikisi tamam oynamayacak ama onları kadroda görmek bile insanın tepesini artırır.