30 Mart 2010 Salı

Kırılma noktası


Berbat bir maçtı. Bayern çok kötüydü, Manchester da eksik kalmadı. Sopcastin karşısına keyifle oturdum, görüntü süperdi, aynı anlarda büyük ihtimalle Ertem Şener Rooney'ye olan aşkını anlatıyor olmalıydı, ben ise Sky Sports'un güzel anlatımını dinliyordum.

Maç amatör kümede bile yenmeyecek bile frikik golüyle başladı ve bu maçın sanki bütün gazını kaçırdı.

Farkı yaratacak Robben yoktu, Schweinsteiger cezalıydı ve Bayern aynı Galatasaray gibi futbolu sürekli geriye ve öldürücü bir yavaşlıkla oynuyordu. Sol kanatta Ribery'ye veriyorlar, sonra onun herkesi geçip bir şeyler yapmasını bekliyorlardı. Uzun zaman sonra ilk 11 başlayan Hamit Bayvera ormanlarında 20 km kros yapıp maça çıkmış gibiydi ve ilk yarı çok bitikti.

İkinci yarı daha da berbat geçiyordu, Van Gaal lütfedip ilk değişikliği 70de Gomez'i sokarak yaptı. Sonra Gary Neville aptallığıyla topu elle kesti. Frikikten berbat bir gol yediler.

Sonra her şey son dakikada hem Manchester hem de İngiltere için feci gelişti. Önce Rooney fena sakatlandı sonra 5 saniye sonra Evra defansta saçmaladı ve araya giren Olic golü yaptı.

Rooney'in tarak kemiğinde kırık veya bileğinde ciddi bir sakatlık olabilir. Manchester'ın sezonu için tam bir kırılma noktası olur bu.

Bayern evinde maçı alırsa turu geçer demiştim, fakat savunmaları felaket, Rooneysiz Manchester bile onlara goller atar. Kritik olan soru Robben dönebilecek mi ve daha geniş alan bulacak olan Ribery-Robben-Olic beklediğim gibi sürate karşı afallayan Neville-Ferdinand-Vidic'i ne kadar rahatsız edebilecek?

28 Mart 2010 Pazar

Devrim bitti

"Rijkaard bir devrimdir," demişti Adnan Polat seçim öncesinde. Devrimin sonucu
5.liğin ertesi sezonu 4.lük oluyor. Seçimden 1 gün sonra yeni yönetimin meşruluğu tartışılmaya başlanmasa bile zihinlerde sorgulanacaktır. Bu sezonun en önemli maçı, hiç iddia olmasa da en önemli maçı olurdu. Tekrar hatırlatmaya gerek var mı? Bence sahada pek karakter sahibi olmayan Elano, Keita, Dos Santos gibilere var.

Kenarda otunu çekip de maça çıkmış gibi oturan büyük teknik direktör Rijkaard'a da bazı şeyleri hatırlatma gereğivar. Herhangi bir takımın futbolcularını al Galatasaray forması giydir, 4. bitirir ligi her halde. Maç boyunca kaç tane adamın duran topun başına gittiğini saysaydım keşke. Her seferinde başkası gidiyordu sıçmaya. Halı sahada olur böyle bir şey.

Galatasaray'ın Ali Sami Yen'de kazandığı geçmişteki maçlara bakalım. İlk 20 dakikada belli oluyordu Galatasaray'ın kazanacağı. Sahada oynayanların becerisi pek önemli olmuyordu, kazanıyorsa ite ite kazanıyordu.

Bugün o görüntü yoktu, çünkü orta saha her zamanki gibi bomboştu. Elano saklambaç oynuyordu. Bu sefer çıkması gerekirken ayakta duracak hali olmayan Arda da girdi mi, kaldı takım 9 kişi. Frank her seferinde yanlış kararı vermeye yeminliydi çünkü. Giovani Alex'in 90a takacağı bir topu atamayınca maçın kaderi çizildi.

Sonra Allah'ın sopası yok, Leo Franco'yu tutup kaleci diye alanların cezasını Selçuk kesti. 70 metreden vurulan topu afiyetle yedi Leo. Soyunma odasında Arjantin'e tek gidiş bileti verilmeliydi, ama tabii ki öyle bir kararlılık yönetimde kimsede yok.
Tribünlerde "ulan bir seferde biz böyle maç alalım" düşünceleri vardı, ama böyle bir maç Galatasaray'ın alın yazısında yok.

Galatasaray kendi ipini kendi çekti yine Fenerbahçe karşısında. Aynı herhangi GS forması giyen bir takımın ligi 4. bitirmesi gerektiği gibi FB forması giymiş herhangi 11 futbolcu da Galatasaray'ı yener, çünkü bu takımda her seferinde bir zayıf halka beklenecek şekilde kopuyor. Bugün Leo Franco'ydu zayıf halka, öbür gün Servet ıska geçer, başka gün Caner penaltı yapar.

Devrim mi ne olacak? Devrim ortadan kalktı, statüko devam ediyor.

27 Mart 2010 Cumartesi

Boş işler...

Her GS-FB derbisinden önce bazı akıllılar derbiyi PES'te oynatıyorlar ve bunu haber olarak başsayfadan yayınlıyorlar. Altına da şu notu düşmüşler;

Sporx'in doğru tarafsız hızlı ve kaliteli içeriği kullanıyıcı mutlu eden ve gülümseten özel sürprizleriyle desteklenmeye devam edecek. Teşekkürler Türkiye...

Gerçekten çok zekice, hiç kimsenin aklına gelmemişti bu fikir, dahiyane!!!

http://www.sporx.com/futbol/superlig/188783/?ref=ABM

23 Mart 2010 Salı

Mesaj kaygısı


"''Canaydın'a karşı çok fazla şey yapabilme duygusu''nun, futbolcuları strese soktuğunu, zaman zaman hiçbir şey yapamamayı beraberinde getirdiğini anlatarak, şunları söyledi: ''Bunu kendisine de söylüyorduk. Otobüse gelip ellerini açıp dua etmesi, hep 'Yanınızdayım' demesi, kötü zamanlarda bile hep yanımızda olması, kimsenin üzerine suçu atmaması, yani şimdiki yöneticilere baktığımızda hiçbirinde göremediğimiz ama onda fazlasıyla olan, hatta gereğinden fazla gördüğümüz bir şeydi. Övgüyü, sevgiyi, vefat ettikten sonra duayı en fazla hak eden insanlardan biri."- Hakan Şükür

Özhan Canaydın vefat etti. Allah rahmet eylesin. Galatasaray'ı çok seviyordu belki ama çok başarısız bir başkandı. Her şey geçmişte kaldı, bunları artık konuşmanın anlamı yok.

Hakan Şükür'e gelince Canaydın'ın vefatını fırsat bilip yine birilerine laf sokma şansını kaçırmamış. İnsan biraz utanır. Her halde çocuğunu parka götürdüğünde bile onu tanıyıp hatrını sormaya gelen çocuklara bile ona yapılan haksızlıkları anlatıyordur. 40 yaşına geldi ama ağzını her açtığında gazı varmış gibi konuşmamayı hiç beceremedi.

Hala futbol oynamak isterken onu takımdan gönderen yöneticiler kötü ve vefasız, bir tek Canaydın vefalı. Faruk Süren başkanken Galatasaray'dan olaylı ayrıldığı için sportif açıdan en başarılı Faruk Süren değil Özhan Canaydın.

22 Mart 2010 Pazartesi

Yüksek dozda futbol


Pazar günü 15.30'da başlayan futbol keyfim gece yarısına doğru bitti. Programda çok güzel maçlar vardı ve ekran başında oturmaktan başka bir şey yapmak istemedim. Haftanın ardından görüşlerimi ve izlenimlerimi toparlayayım.

Liverpool'un geleceği de aynı resimdeki forma gibi ki karanlık. Gerrard eskisi gibi değil, bir iki adım yavaşladı ve 30una geldi. Özellikle Manchester City'nin cazip bir teklifi olursa duygusal davranmayı bir yana bırakıp satılması düşünülmeli. Torres de artık geleceğinin burada olmadığını düşünüyor olmalı. Pazar günü artık üst düzey takımlardan biri olmadığı kanıtlandı sahada.

Manchester United'ınki de nasıl bir kazanma alışkanlığıdır. O kazanma alışkanlığını kazandın mı bir kere işte illa takımın en iyilerinin ortaya çıkması gerekmez, Fletcher keser Park kafayı vurur kazanırsın.

Chelsea kontrolü kaybediyor. Şampiyon olamayacaklar belli oldu. Maçın ilk yarısını izledim, ezip geçiyorlardı Blackburn'ü ki, maç sonunda bir baktım berabere kalmışlar. Sezon başından beri çok üstün oynayıp bir sürü puanı açıklanamayacak şekilde kaybettiler. Eksik maçlarını kazansalar bile lider olamıyorlar ve geride kalan maçları Manchester ve Arsenal'e göre çok zor.

Fulham her halde zafer sarhoşuydu Pazar günü. Roy Hodgson da demişti zaten Juventus zaferinden sonra, "Belki bu işi bırakıp gitmeliyiz, çünkü bugünden daha iyi bir gün geçiremeyiz" diye.

Milan bu sene şampiyon olursa gerçekten efsane olur. Takımın tek silahı Ronaldinho'nun birebirleri. Takın neresini tutarsan elinde kalıyor. Yani Seedorf çıkacak bir şeyler yapacak, Inzaghi çıkacak yıllardır attığı pis gollerden atacak, bu şampiyonluğa yetmez. Napoli ile berabere kalıp liderliği kaçırdılar da oyuna bakılınca kimse fırsat kaçırıldığını düşünmedi. İki takımın oyuncuların hepsini satışa koy, Napolililer kat kat daha fazla para eder. Garip tabii.

Lionel Messi ile bitirecek olursak gerçekten karşısındaki defans oyuncuların hali acınacak halde. Michael Jordan'dan beri bir sporucunun rakiplerini her maç bu kadar ezdiğine şahit olmamıştık. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. İzlemeyen varsa maçın görüntüleri hemen bulsun izlesin, yani olmaz böyle bir şey, zevkten 44 köşe oluyor insan.

21 Mart 2010 Pazar

Kötü bir teknik direktör


Rijkaard'a notumu verdiğimi ve performansında bir değişiklik beklemediğimi Atletico maçı sonrası yazmıştım. Sene başında Avrupa Kupaları'nda karşılaşılan dandik takımlara her maç 4-5 tane atılınca herkes bir gaza geldi ve Barcelona gibi futbol oynayacağız sanıldı. Rijkaard'ın her yaptığı hareket yüceltildi. Daha önce çok teknik direktör gönderildiği için ona sonsuz bir kredi sağlanması ve 1-2 yıl sabredilmesi gerektiği söylendi.

Şimdi bu akşamki maça bakıyorum. Oyunu okuyamıyor tarzı klişe bir yorum yapmak istemiyorum. Takım 1-0 mağlup, bir takviye yapılıp binanın güçlendirilmesi lazım diyelim. Rijkaard'ın binanın ana kolonlarından birini yerinden kaldırıyor ve Elano'yu çıkarıp o pozisyona ilk yarıda kanatta tüm Trabzon defansını canından Giovani Dos Santos'u koyuyor, inanılmaz. Yani Şenol Güneş'e sorsan böyle bir değişiklik isterdi. Acaba Bardelona mağlupken hiç Xavi'yi çıkarıp Larsson'ı koymuş mudur yerine?

Sonra bakıyoruz Atletico Madrid maçının kahramanı Caner yaptığı hareketten dolayı hiçbir ceza çekmemiş, hatta her duran topa o koşup topu yerden iki metre bile havaya kaldıramıyor. Sol ayaklı olmaktan başka özelliği olmayan bu arkadaştan Rijkaard o kadar memnun ki hiçbir ikazda bulunmuyor.

Daha 1. dakika ayağına su atılınca yere yatıp bugün hiç oynama niyetiolmadığını gösteren Keita 90 dakika sahada kaldı. Geçen hafta süper oynadığı için yan gelip yatma kredisi kazanmıştı her halde.

Emre Güngör ise neden Türk stoperlere hiç yer verilmemesi gerektiğini bir kez daha gösterdi bugün. Galatasaray yönetimi öyle bir akıl tutulması yaşamıştı ki sezon başında hiç yabancı stoperi olmadan sezona başlandı. 20 sene önce Ulvi-Gökhan ikilisiyle oynayan Beşiktaş'tan sonra ne zaman Türk stoper ikilisi olan biri şampiyon olmuştu ki? 2002 Galatasaray oldu ama orada Türk futbol tarihinin benim gördüğüm en iyi defans oyuncusu olan Bülent Korkmaz vardı takımın temel taşı.

Rijkaard kötü bir teknik direktör ve alınan sonuçlar ortada. Galatasaray geçen sene Bordeaux'yu burada üstün bir oyun oynadıktan sonra eledi. O Bordeaux bugün nerede hepimiz biliyoruz. Belki Şampiyonlar Ligi yarı finali oynayacaklar. Yan yana getirelim kadroları, Galatasaray'ın çok eksiği mi var onlardan?

Adnan Polat şanslı ki Fenerbahçe maçı kongreden sonra olacak. O maçta alınacak ters bir skor kongreyi etkilerdi. Bir maç mı belirlemeli bir kongrenin sonucunu peki? Bazen bir maçta olup bitenler nasıl büyük planlama hataları yapıldığını gösterir. Ve bugüne kadar ne kadar Adnan Polat'ı desteklesem de ileride de yine böyle fahiş hataların yapılıp harcanan emeklerin, yapılan doğru hamlelerin heba olabileceğini öngörüyorum. Belki de Adnan Polat'ın kaybetmesi Galatasaray için çok hayırlı olur. Çünkü Rijkaard kötü bir teknik direktör ve ona bağlanan umutlar Galatasaray'ı bulunduğu yerde saymasına neden olacak.

Utanıyorum

Her gün bir şeyler çıkıyor bu ülkede yaşamaktan utanmak için ama bu son olay tiksindirdi beni. Diyarbakır el birliğiyle küme düşürülmedi. Merak ediyorum İstanbul Belediye maçı 1-1 olmuş olsaydı o skorla mı tescil edilecekti maç? Kimi kandırıyoruz? Birileri ölmeden karar almak bu kadar mı zor? Neden herkes rahatsız edici derecede sessiz kalıyor bu konuda? Bu ülkede eyyamcılıktan vazgeçilmeyecek mi? Bu ülkede ne kadar pisliksen senden o kadar korkuluyor mu? Bu hafta Diyarbakır lehine verilen komik penaltı kararı ve sebebiyet veren oyuncunun kırmızı kartla atılmasına, Antalya'nın yenen hakkına üç maymunu mu oynayacağız? Fasulye ilan edelim o zaman her maçında olay çıkan bu takımı, olmaz mı? Affetmek, ufak cezalarla geçiştirmek akıllandırıyor mu yoksa cesaretlendiriyor mu yapanları? Ankaraspor'un günahı neydi? Soruyorum daha fazla mı hak etmişlerdi düşürülmeyi? Yazıklar olsun. Kimin imzası varsa bu kararda suratına tükürmek istiyorum.

Maç başlarken TV karşısında battaniye sallamak istiyorum...

CSKA, Lyon ve bana göre olmasa da kamuoyuna göre Inter çeyrek finaldeki sürpriz isimler.

CSKA yetenekli oyuncuları, oyun disiplinleri olsa da burayı hak eden bir futbol oynamıyor. Palop’un neden first class kaleci olamadığını anlatan hatası tura götürdü onları.

Lyon 2 maçta da gösterdiği olağanüstü dirençle bu başarıyı yakaladı. Real Madrid’le aralarındaki uçurum her dakika da belli etti kendini ama maçlarda konsantrasyon ve soğukkanlılığını kaybetmeyerek istediğini alabildi Lyon.

Bayern hak etmediği halde, kadroda yıldız barındırmanın önemini Robben’in aldığı turla kanıtlayarak çeyrek finale geldi.

Porto, Arsenal’in ilk dakikalardaki baskısına direnip, ileriki dakikalarda yaşanacak acemiliklere sürükleyemedi genç kadroyu ve kaybetti.

Barcelona şaşırtmadı. Nou Camp’ta Barça’nın kazanacağından Stutgart teknik direktörünün bile şüphesi yoktu. Messi’nin de gününe denk gelmişlerdi, vallahi yine iyi kurtardılar.

Manchester-Milan adı itibariyle büyük, çekişme açısından cılız bir eşleşmeydi zaten. Prestij maçları havasında Manchester güle oynaya aldı turu. Beckham'ı tekrar Old Trafford'ta görmek güzeldi.

Bordeaux bu sene 80lerdeki ruhunu yakalamış görünüyor. 2 maçta da Gourcuf’un liderliğiyle kontrollü ve disiplinli oyunlarıyla ezdiler Yunan ekibini. Buna rağmen 2. Maçta Olympiakos’un bir ara bir gol daha bulsa turu atlayacak konuma gelmesi ne kadar heyecanlı ve tecrübesiz olduklarının göstergesiydi.

Inter, lideriyle aldı turu. Maçtan önce de yazmıştım zaten bir yöntem bulup İngiltere’den turla döneceğini.

Inter CSKA’yı rahat geçer. Mourinho’nun başarısının en önemli etkenlerinde biri, oyuncularını her maça hazırlayabilmesidir.

Bayern-Manchester maçı her sonuca gebe. Tahmin yapmak zor, zevkle izlenir sadece.

Arsenal ile Barcelona aynı futbolu oynuyorlar aslında. Arsenal Barcelona’nın paf takımı olabilir mesela.

Bordeaux-Lyon senelerdir içinden çıkılamayan bir paradoksun tekrar yaşanacağı bir seri. Türk olduğum için yaşamamış olsam da bu konuda fantezilerim oldu. Aynı ülkenin 2 takımının eşleşmesi iyi midir kötü müdür? En az bir Fransız takımı tur atlayacak diye optimist, en az bir Fransız takımı elenecek diye pesimist bakılabilir konuya. Paradokstan sıyrılıp eşleşmeyi değerlendirirsek, Lyon’a Real’i elemek yeter derim. Bordeaux kaybederse oyun kalitesinden değil, tecrübe eksikliğinden olacaktır diye eklerim.

Final? Tahmin için erken ama isteğim Inter-Bayern finalidir. Barcelona’nın Real Madrid'in sahası Barnebeu’da kupayı almasını, alma ihtimali doğmasını bile istemem. Bu, Avrupa’da daha yarı final bile görememiş büyük bir takımın yerel ligdeki ezeli rakibinin Avrupa kupası kazanması gibi koyar adama.

19 Mart 2010 Cuma

Şampiyonlar Ligi kurası


Hayatta gerçekleşmesi halinde beni çok mutlu edecek hayallerimden biri bir kulüp temsilcisi olarak Avrupa Kupaları kura çekimine katılmak. Yüzümden eksik etmeyeceğim bir sırıtışla şirin bir İsviçre kasabası olan Nyon'daki UEFA'nın merkezine gider, büyük bir keyifle kurayı izler, 3 tane eşleşmeyi aklında tutamayıp öndeki kağıda not eden herkes gibi ben de notlarımı alır, sonra benim takım çıkınca yanımda oturanın kulağına eğilip bir şeyler fısıldar ve gerine gerine gülerdim bir süre. Kura çekimi tamamlandıktan sonra da tabii ki eşleştiğim takımın temsilcisinin yanına gider, el sıkışarak resim çektirir, sonra da televizyon kameralarına "Zor bir kura çektik ama biz de güçlü bir takımız, turu geçeceğimize inanıyorum" gibi çok klişe cümleler sarfederdim.

Gelelim hayal dünyasından bugünkü kuraya...

Fransız eşleşmesinden başlarsak ne yorum yapsam bir tarafımdan sallamış olurum. Bir de Fransa ligini takip edemem. Gönül isterdi ki işimin bir parçası olsun, değil.

Inter-CSKA eşleşmesini de bir kenara koyuyorum, yuh artık Inter bir yarı final oynasın.

Arsenal-Barcelona maçları 1-1 ve 3-0 Barcelona lehine falan biter, ikinci maçta şov yapar Barcelona.

Bayern-Man. Utd. maçında favori Manchester gözükse de Bayern'de günümüz futbolunun bence en önemli öğesi sürati teknikle en üst düzeyde buluşturan bir sürü adam var. Robben hayatının topunu oynuyor, Ribery de karşısında Freiburg'u değil Manchester'i gördüğünde ayrı bir iştahla oynayacaktır. Forvet desen bir sürü. Ayrıca geçen sene Liverpool'un Old Trafford'da 4 attığı maçı hatırlarsak sadece Torres'in sürati Manchester defansını yerle bir etmişti. Allianz Arena'da alacağı tek farklı galibiyet bile Bayern'e turun kapısını sonuna kadar açar.

Çeyrek finallerde bir tek alışılmadık tahmin yapıyorum ve Bayern turu geçer diyorum.

Final öngörüsünde bulunmam gerekirse Bayern-Barcelona gibi değişik bir final tahmininde bulunuyorum.

Bir yandan şahane çeyrek final maçlarının hayalini kurarken, bir yandan da "kahretsin hafta sonu geldi, Süper Lig maçları var yine" diyorum.

Ozgur Basin

Bir Devlet Projesi: Diyarbakirspor


Bakalim Guvenc Kurtar, Diyarbakirspor'u kume dusmekten kurtarabilecek mi?

18 Mart 2010 Perşembe

Kim kaldırıyor bu futbolcuların götünü?

"The living, breathing proof is the women in bars and clubs who try to pay bouncers to point out all the ­players. A member of staff at Newz, a ­Liverpool bar that's popular with many of the city's highly paid footballers, says that "even when a reserve team player ­arrives, the girls go completely wild: they're all over him. It's ridiculous. You really have to see it to believe it."

Martinez


Sakaryaspor'da bir Martinez vardı tüm büyüklerin transfer listesine giren, ne oldu acaba ona?

17 Mart 2010 Çarşamba

Süpermen


Geçen 10 yılın ikinci yarısına kadar dünya futbolunda bir süpermen arıyordum. Zidane Rivaldo, Figo, vs. iyiydi, çok büyük futbolculardı fakat performansları her maçı çevirecek, her an vitesi artırıp sonuca direkt etki edecek kadar yüksek değildi. Bir adam çıksın, uzaktan doksana taksın, bütün savunmayı ipe dizsin, ara pas, uzun pas, orta, vs. her boku her maç yapabilsin istiyordum.

O aradığım adam rolüne ilk önce Ronaldinho soyunur gibi oldu ama onun en iyi zamanı kısa sürdü.

Sonra Messi ve Cristiano Ronaldo çıktı. Messi için övgü dolu sözlerle dolu bir yazı yazmaya uğraşmıyorum. Kısaca aradığım süpermen o ve hayatımda gördüğüm en iyi futbolcu. Bir tek düşük profilli bir hayat sürmesi tarihte alacağı yerin büyüklüğü önünde bir engel.

Platini memnun


Göreve geldiğinden beri büyük takımların Şampiyonlar Ligi üzerindeki tekelini kırılması ve Şampiyonlar Ligi'nde daha fazla ülkenin temsil edilmesi lazım görüşünü savunuyordu. Çeyrek finalde gelinen noktada geçen senelerdeki İngiliz-İspanyol karması başa güreşen grup dağıldı. Geçen seneden 4 tane farklı takım var ve toplam 6 ülkenin temsilcisi var. Hem de Fransa'dan 2 tane takım çeyrek final oynuyor.

Platini memnun olmalı. Şahsen ben CSKA Moskova, Lyon, Bordeaux yerine iyi bir Juventus, Milan, Liverpool ve Real Madrid'i izlemeyi tercih ederdim. Ratingi büyük maçlar getiriyor. TV karşısına geçerken büyüklerin maçlarında olduğu kadar iştahlı olmam Lyon maçı için.

Gerçi Bordeaux'un hakkını yemeyeyim. Şimdiye kadar 8 maç oynayıp 7sini kazanmışlar, bir kere berabere kalmışlar. Kulüp sıralamasında acayip yükselecekler.

Kuralar bir çekilsin, yorumları yapalım, temennim Barcelona, Manchester United ve Inter'in birbirini çekmemesi.

İyi oran

Bahisçileri anlamak mümkün olmuyor bazen. Değil Stamford Bridge'de, Mars'ta bile oynansa; bir futbol maçında Mourinho'nun yönettiği 11 adamın galibiyetine bu kadar yüksek oran vermek ahmaklıktır. En son Porto'nun başındayken 5,25'lik bir oranla aşağılanmıştır belki de Portekizli. O zamanlar verilen yüksek oranı görse aşağılanmak olarak algılamaz, sadece yanıldıklarını kanıtlamak isterdi bahisçilerin. Bugün ise durum farklı. Gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörlerden biri Inter'in başında Londra'ya gidiyor ve galibiyetine verilen oran 5.25, bunun adı küçümsemektir. Maçtan önce bu oranın Inter için şans olduğunu çünkü futbol dahisine artı motivasyon katacağını düşünmüştüm. Öyle de oldu. Beklediği gol geldi ama bağıra bağıra geldi. Sahanın tanrısıydı. Sanki herşey O'nun kontrolündeydi, kaderini yazmıştı Chelsea'nin.

Büyük ihtimalle Mourinho maçtan önce milyon dolar yatırmıştır bu aşağılanmanın hesabını kesmek adına. Hatta ofansif kadroyla bile bu yüzden çıktığını düşünüyorum. Bir de şu galibiyetten sonra, bahisçilere, meşhur ukala göndermelerinden birini yaparsa hiç şaşırmam, çok da hoşuma gider; ya da belki sadece parasını beşe katlamış olmanın ama daha çok bahis şirketini zarara uğratmış olmanın keyfini sürer sessizce.

Chelsea Mourinho'suz ilk sezonda Fenerbahçe'yi zor elemiş fakat aynı sezon şampiyonlar ligi finalini John Terri'nin penaltıyı atarken ayağının kayması gibi çok ufak bir nüansla kaybetmişti. O sezon "Chelsea'nin başına kim gelse bu başarılara ulaşabilir" gibi yanlış bir düşünce belirdi Abramovic'te ve kamuoyunda, oysa kendisinin de sölediği gibi O gittiği günden beri sadece geriye gitti Chelsea. Neyse haksız yere gönderilmesinin de hesabını kesmiş sayılır.

16 Mart 2010 Salı

İngiliz laneti son buldu


Yıllardır İtalyan takımlarının İngilizler'den çekmedikleri kalmamıştı. Bırakın yenmeyi, doğru düzgün gol bile atamıyorlardı. Bu laneti Stamford Bridge'de eski takımına karşı The Special One'ın bitirmesi çok manidar oldu.

Önce beklenenden ofansif bir kadroyla herkesi şaşırttı. Chelsea'nin zayıf karnı kalesi ve defansıydı. 7-8 tane defans adamını koyup Chelsea başında Barcelona'ya karşı oynadığı Çanakkale geçilmez'i oynasa maç geçmek bilmezdi. Pandev'i de koyup dikine kaleye gidebilen adamları üçledi, Sneijder her kafasını kaldırdığında topu atabileceği bir adamı gördü böylece.

Mourinho'nun havası Chelsea'yi etkilemişti galiba. Milano'da son derece rahattılar ve istedikleri gibi oyunu çekip çevirmişlerdi. Bu sefer kendi stadlarında-Mourinho karşı tarafta kafaları karıştı sanki. 35-55 arası gol atabilecek gibi gözüktüler, onun dışında umutsuzlardı. Ceza sahasına bile giremediler. 55. dakikadan sonra İnter golü bağıra bağıra geldi zaten. Sneijder orta sahada topla buluşup Ivanovic'in arkasına çapraz bir top attı ve Eto'o da golü yaptı.

Mourinho Stamford Bridge'de yine kaybetmedi. "Ben gittiğimden beri kulüp çok başarısız, üç senede anca bir tane FA Cup kazandılar. Ferguson, Wenger, Benitez halen takımlarının başında, ben de burada olmayı hak ediyordum, bakın İtalya'ya gittim halen kupa kazanmaya devam ediyorum," demişti maç öncesi. Şimdi ne konuşma fırsatı geldi eline ama.

Geçen hafta bir sezonda 250 milyon Euro harcayan Real Madrid, şimdi de 2003'ten beri harcadığı paralara rağmen(gerçi 3-4 senedir eskisi gibi harcamadılar) Şampiyonlar Ligi'ni kazanamayan Chelsea. 5-6 senedir düzenli olarak en düzeyde olmak da başarıdır ama adını tarihe yazdırabilmek apayrı bir şeydir.

Maddi gücü yakalamakla başarının otomatikman geleceğini her seferinde millete satmaya çalışanlara ders olsun. "Bizim ekonomik gücümüz var, istediğimiz futbolcuyu alırız" demekle olmuyor bu işler.



Mourinho böyle bir bakıyor, topçusu o ne isterse yapıyor.

Timsah Stadı


Bursa "Timsah Stadı"na kavuşuyormuş. Peki stad nerede yapılacak, eski stadın 100 metre kuzeyinde, 35 metre batısında. Detayları aşağıda...

http://www.arkitera.com/h51165-bursa-timsah-stadina-kavusuyor.html

Bursa'yı birazcık bilenler eski stadın yan tarafında yer alan Kültürpark'ın Bursa için önemini bilirler. Kültürpark "Yeşil" Bursa'nın içerisinde kalmış yegane yeşil alanlardan birisidir. Her modern şehirde rastladığımız parkların benzeri şeklinde Bursa'da yer almaktadır, insanların ve şehrin nefes aldığı bir bölge olarak. Yeni stadın lokasyonu olarak tarif edilen yer Kültürpark'ın göbeği!!!

O kadar üzücü ki, şehrin göbeğinde kalmış bir parça ormanı, Bursa'yı "Yeşil Bursa" yapan o ormanı yok edip stad yapacaklar. İnsanların hafta sonu nefes almak için geldikleri yerleri, spor yaptıkları alanları, su bisikleti yapılan, kayıklarla gezilen suni gölü, ailelerin çocuklarıyla gelip eğlendikleri Lunapark'ı, yazın cıvıl cıvıl olan çay bahçelerini içeren Kültürpark tarih oluyor.

Bursa gibi bir şehirde stad yapılacak başka bir yer yok muydu? Şehrin göbeğinde, o sıkışık alanda stadyum olmasından şikayetçi değil mi insanlar, Şükrü Saracoğlu için UEFA yetkililerinin en büyük eleştirisi de bu değil miydi? Bursaray gibi birçok bölgeye giden modern bir raylı sistemi içeren bir şehirde başka bir yer bulunabilirdi. Kimse yer yoktu demesin, hemen aklıma Uludağ Üniversitesi'nin olduğu bölge geliyor. Birçok farklı opsiyon da bulunulabilirdi, eminim.


15 Mart 2010 Pazartesi

"Herkes bilir ki Mourinho Stamford Bridge'de kaybetmez"



Yarın geceki maçı büyük bir heyecanla bekliyorum. İsmi sahada oynanacak oyundan daha büyük olacak gerçi. Chelsea Inter'den çok daha kaliteli ve bunu ilk maçta da gösterdiler. Inter'in umutları biraz Mourinho sihirine bağlı gibi ama erken bir gol yerlerse o sihir uçar gider. Şampiyonlar Ligi'nin selameti açısından Chelsea'nin turu geçmesi daha hayırlı olur.

Mourinho akıl oyunlarına başlamış yine. Stamford Bridge'de kaybetmem demiş. Dediğim gibi erken bir gol yerlerse ne yapacaklarını şaşırırlar.

Bu maçı Star'da vermeyen Doğan grubuna ana avrat sövmeye yıl sonuna kadar devam edeceğiz galiba.

İnsan değilsin Caner Eler!


İlk önce tenis anlatırken duymuştum sesini. Her şeyi biliyordu ve her şeyi takip ediyordu. Sonra Spormax'te Euroleague yorumları yaparken izledim. Maroussi maçını yorumlarken bile Yunan Ligi'nde oynadığı son maçları anlatıyordu. Buz hokeyini de takip ettiğini Olimpiyat finalinde öğrendim. Haftasonu TRT1'de Formula 1 programına da çıktı. 30-40 sene öncesindeki olaylardan falan bahsediyordu. Yuh dedim, yani bir adamın bilgisinin bir sınırı olur. Daha neler takip ediyordur neler. İşin olsa da bu kadar bilmek ne yahu?